Menü

Alternatif Tıp – 06 – Bitkilerle Tedavi

30 Ocak 2017 - Alternatif Tıp

Şifalı bitkilerin gücü insanlar tarafından tarihin en eski çağlarından beri biliniyor. Birçok uygarlığın bu bitkiler hakkındaki bilgileri yaşadıkları devrin kitabelerinde yazılıdır.Günümüz arkeolojisinin sayesinde bunlar hakkındaki bilgiler günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.Mezopotamya’da arkeologların 5000 yıllık distilasyon cihazı bulmaları ise konunun önemini iyice göstermekte. Astroloji,Alşimi ve Maji gibi pek çok doğa bilimi gibi bu konuda da Mezopotamya Yine çok revaçta olan bir bölge. Asurlar ‘dan kalma, kil tabakalarda yazılmış, birçok hastalığın ve bunlara deva olacak bitkilerin adları vardır. Böylece bu uygarlığın şifalı bitkilerin ne işe yaradığını bildiklerini anlıyoruz.İş bununla da kalmıyor. Asurlular ‘ın merkezi olan Ninova şehrinde,şifalı bitkileri yetiştirdikleri de tespit edilmiştir. Asur kitabelerinde diğer Mezopotamya uygarlıklarından olan Babil ve Sümer lisanlarında yazılmış tedavi usulleri de yer almakta. Şifalı bitkilerle hastaların tedavisinde, bu ulusların bitkilerin şifa özelliklerini bildiklerini ve kullandıkları belgesel olarak anlaşılmaktadır.Uygarlığın beşiği sayılan Mezopotamya’nın bu mirasını eski Mısırlılar daha da ileri götürmüşler ve bu bitkilerden hastaların tedavisinde pratikte faydalanmışlardır. M.Ö.1550 yılında yazılmış olan ve 1872 yılında Ebers tarafından keşfedilen papirüs da 450 hastalık kayıtlıdır.Bu papirüs da bitkisel ve hayvansal orijinli ilaçların adları ve tarifleri yer almaktadır. Bunlar arasında kırıklar,burkulmalar ve yaralar hakkında bilgiler de vardır.
Mısırlıların şifalı bitkilere verdikleri önem birçok yazıtta vardır. Bu yazıtlardan anlaşıldığı kadarıyla bu tür şifalı bitkileri elde etmek amacıyla özel seyahatler düzenledikleri kanıtlanmıştır. Örneğin M.Ö. 1500 yılında, bugünkü Somali’ye 5 adet gemi gönderdikleri biliniyor. Buralardan, Mısırlılarca bilinen nane ( Latince adı : Mentha Piperita), siyah hardal ( Latince adı : Sinapis Nigra L.) sinameki ( Latince adı : Cassia Acutofolia L), haşhaş ( Latince adı : Papever Somniferum L.) adasoğanı ( Latince adı : Scilla Maritima L), tatula (Datura Stramonium) gibi tıbbî açıdan yararlı bitkiler getirmişlerdir. Halen bu bitkiler tıpta kullanılmakta ve Avrupa’ nın ceşitli ülkelerinde yetiştirilmektedir.
Çinliler, milattan 3000 yıl evvel bitkisel,madensel ve hayvansal kökenli birçok ilaç kullanmışlardı. Milattan 2600 yıl önce yazılmış olan BEN SAO adlı bir kitapta 900 cins bitki kaydedildiği biliniyor. Daha sonraları, XVI. asırda Çinli doktor Li Şiç Jen 1900 dolayında şifalı bitkiyi kaydetmiştir.
Eski Hindistan ve Tibet’te de şifalı bitkilerle tedaviler çok eski çağlarda geliştirilmiş ve kullanılmıştır. M.Ö 2000 yıl kadar önce yazılmış Susruta adlı bir kitapta, eski Hinduların 700’den fazla şifalı bitkiyi tanıdıkları kaydedilmiştir. Onlar da o devirlerde Halmugro yağını biliyorlar ve onunla cüzzâm hastalığını tedavi ediyorlardı. Aynı zamanda Çavdar mahmuzu bitkisi ile Işgın ’ ın etkilerini de biliyorlardı.
Şifalı bitkileri eski Yunanlıların da ilaç olarak kullanmakta olduğu biliniyor.Hipokrates, (M.Ö. 460-377) zamanında kullanılan 236 tür tıbbî bitkiden, uzun uzadıya bahsetmektedir. Aristotales’in (M.Ö. 384-322) Doğal İlimler Tarihi kitabında, o devirde bilinen, şifalı bitkilerin kullanılışı üzerine geniş bilgiler verilmektedir. Eski Yunanistan’da Aristotales’ in talebesi, botanik ilminin temelini atan kişi sayılan Teofrastos (M.Ö. 372-287), “Bitkilerin araştırılması ve nedenleri” kitabında, botanik ile bilimler hakkında etraflı bilgiler vermiştir.Şifalı bitkiler üzerinde, diğer Yunan bilginlerin yaptığı çalışmalar da vardır. Bunlardan Ksenofontis; afyon, günlük, buhur vesaire bitkilerin özelliklerini meydana çıkarmıştır. Aristofanos da siyah banotu ile diğer bitkileri incelemişdir. Romalılar Yunan tıp biliminin mirasçısı sayılırlardı. Onlarda bu şifalı bitkiler üzerinde çalışarak ilerlemeler kaydetmişler ve bu konuları daha da zenginleştirmişlerdir. Romalı bilgin Plinius ” Doğa tarihi” adlı birkaç ciltlik tabii bilgiler ansiklopedisini yazmıştır.Bu kitaplarda, geçmişten, yaşadığı zâmâna kadar ki, tabii ilimlerden elde edilen başarıları kaydetmiştir.
M.Ö.birinci asırda, Yunan asıllı Romalı bilgin Dioskorides “Kullanılan ilaçlar” kitabında 600’den fazla şifalı bitki hakkında etraflı bilgiler vermiştir.
Devrinin en ünlü hekim ve eczacılarından olan Klavdii Galen ( M.S.131-201 y.) bitkisel kökenli yeni preparat formülleri düzenlemiştir. Bu formüller bugüne değin kullanılmaktadır. Romalılardan sonra, ciddi çalışmaları ile, tıp dünyasında kendini gösteren bir başka ulus da Araplardır. Araplar şifalı bitkilerden hangisinin zehirli ve hangisinin zehirsiz olduğunu ayırdetmek için hayvanlardan istifade etmişlerdi. Onlar üzerinde deneyler yaparak, ilk araştırmanın temelini attılar. Araplar II.yüzyılda bir Tıp Okulu açmışlar ,III.yüzyılda ise ilk İlimler Akademisini devreye sokmuşlardı. İlk defa tedavi pratiği eczacılıktan ayrılarak şifalı bitkiler bilimi olarak açıklanmıştır. O devrin Türk bilgini meşhur İbn-i Sina (980-1037)’nın da yüzden fazla bilimsel eser bıraktığı bilinir. En büyük eseri 3 ciltlik 0″Al-kanun fit-tıp” dır. Onun bu eserinde 900’den fazla tıbbi bitki, hayvansal ve inorganik menşeli ilaç yer almaktadır. Araplar 1600’den fazla tıbbi bitki bilmekte idiler.Avrupa tıp alanı, Amerika’nın keşfinden sonra, yeni birtakım bitkilerin ilavesiyle daha da zenginleşti; mesela koka ( Latince adı :Erytroxylon coca Lam.) kinin ağacı ( Latince adı :Cinchona sucdrubra Pav.), kakao ağacı ( Latince adı :Theobroma cacao L), hidrastis ( Latince adı : Hydrastis canadensis L), senega-sütotu ( Latince adı : Polygala senega L.) ve bunun gibi, bitkiler o devirlerde yerliler tarafından bilinmekteydi.
Avrupa’nın Rönesans devresinde, meşhur bilim adamı Paracelsus bitkilerin kimyasal bileşimlerini incelemeye araştırmaya ve, içerdikleri etkin maddeleri araştırmaya başlamış;ancak kimyevi analizler ancak 3 asır sonra pratiğe uygulanabilmiştir. Bunun pratiğe adapte edilmesindeki önde gelen kişi ise İsveçli eczacı Karl Şile’dir.Bu sırada birçok ilaç sanayi kurulmuştur. Kurucular şifalı bitkilerin kültür yetiştirilmesi, toplama, kurutma, ufalama gibi kuruluşları organize ettiklerinden,eczanelere şifalı bitkiler artık yaş olarak getirilmemektedir. Bu durum bitkilerin anatomik yapılarının tayin edilmesi mecburiyetini doğurmuştur. Başta İsviçreli eczacı Aleksandr Cirh olmak üzere pek çok eczacı bu yolda emek ve gayret sarf etmişlerdir. Böylelikle farmakognozi (tıbbî yada şifalı bitkiler) ilminin temeli atılmıştır.XIX. asrın ortalarında, bütün maddelerin kimyevi elementlerden oluştuğu organik maddelerin karbondan meydana geldiği ve içeriğinde oksijen,azot, fosfor, kükürt ve diğer elementlerin bulunduğu anlaşılmıştır. Yeni keşiflerin elde edilmesiyle, fitokimyada da hızlı ilerlemeler kaydedilmiştir. Eczacı Serturner, 1806 yılında afyondan saf morfin alkaloidi elde etti. Serturner , morfinin alkalik özelliğinde uyuşturucu etki olduğunu keşfetti. Yeni maddeye, Yunan Mitolojisi’nde adı geçen Morfey’ e izafeten “morfin” adı verildi. Serturner’ in bu keşfi, dünya ilim adamları arasında merak ve heyecana neden olmuştur. Bu olay , ilim adamlarını bitkilerin aktif maddelerini araştırmaya teşvik etti. Nitekim Fransız eczacılarından Kaventi ve Peletie kısa bir zamanda striknin, veratrin ve kinin alkaloidlerini izole ettiler. Bitkilerden XIX. asrın ortalarında, diğer aktif maddeler (glikozidler) keşfedildi. Bundan başka sepi maddeler (saponinler, reçineler vs.) keşfedilmiş ve incelenmiştir. Bitkilerin iyileştirici etkileri hakkında XIX. asrın sonlarında ve XX. asrın başlarında, vitaminlerin keşfi ile, ilim dünyasında yeni sayfalar açıldı. Asrımızın ortalarında ise, bakterilerin öldürücü özelliklerine sahip olan “fitonsidler teorisi” ortaya çıktı. Bu zaman zarfında belirli tür mantarlardan ve onlara yakınlığı olan organizmalardan ayrılan antibiyotikler de keşfedildi. Bu olay bitki araştırmacılığında yeni dalgalanmalara neden oldu ve hâlâ da araştırmalar devam etmektedir. Orman ve ovalarda, bilinmeyenler deryasında yetişen mütevazı bitkiler, yıllarca insan sağlığını korumaya devam edecektir.

(65)