Menü

Ciritias Diyalogları – 05

30 Ocak 2017 - Ciritias Diyalogları

Artık Atlas büyük ve saygı değer bir aile sahibidir. Krallık onun elindedir. En büyük oğuldan oğula uzun süredir geçmektedir. O ana kadar hiç bir kralın sahip olmadığı büyüklükte bir zenginliğe ve egemenliğe sahiptir. Bunun tekrar olması olası görünmekte ve ihtiyacı olan her şeyle donatılmış durumdadır. Hem şehir hem ülke çok zengindir. Kurdukları imparatorluğun büyüklüğü sonucu yabancı ülkeler onlara ganimet getirmekte ve zaten de adanın kendi kaynakları onlara ihtiyaçları olan her şeyi sunmaktadır. İlk başta toprağı kazacak tuza benzer fusile denilen ancak daha sonra orıchallum adını alan bir madde bulmuşlardır. Tuza benzeyen bu madde altın hariç her şeyden daha değerli kabul edilmekteydi.

Marangozluk için bereket alanlar ve kafi derecede evcil ve vahşi hayvan bulunuyordu. Üstelik adada çok sayıda fil vardı. Diğer hayvanların yaşaması için yeterli koşullar bulunuyordu bunlar göllerde, bataklıklarda, dağlarda ve ovalarda yaşayan hayvanlardı. Kısaca tüm zamanların en geniş ve en çeşitli hayvan türleri yaşamaktaydı. Ayrıca yeryüzünde bulunan tüm güzel kokulu şeyler, kökler, otlar, bitkiler, içecek ve meyvelerden damıtılan esanslar bu topraklarda büyür ve yetişirlerdi. Yine toprağın kabul ettiği her meyve işlenebilir. Tüm kuru çeşitten yiyecekler, kabuklu meyveler, içkiyi, eti, ilacı karşılayabilecek ürünler, eğlence ve mutluluk veren bitkiler. Yemekten sonra bizi rahatlatabilecek şeyler, çeşit çeşit tatlılar, bu kutsal ve bereketli adaya güneş ışığı gibi dağılmıştı. Bir sonsuzlukla , böyle büyük bir kutsallıkla toprak onları donatmıştı. Tapınaklarını, saraylarını liman ve rıhtımlarını barınaklarını inşa ettiler. Tüm ülkeyi aşağıda anlatılan düzenle idare ettiler.

Antik metropolis’i çevreleyen denizin üstüne köprüler inşa ettiler. Kraliyet sarayına giden bir yol yaptılar. Tanrıları ve ataları için saraylar inşa ettiler. Başarılı senerasyonlar yarattılar. Her gelen kral bir öncekinden daha başarılı ve üstün oldu. Ta ki güzellikteki ve büyüklükteki ölçüyü kaçırana kadar. Denizden başlamak üzere 300 feet genişliğinde 100 feet derinliğinde ve 50 feet uzunluğunda bir kanal kazdılar. Bu kanalı kanalın içine taşıyarak denizle arasında bir geçiş yeri oluşturdular. Böylece bir liman oluşmuş oldu. Böylece geniş kayıkları yanaşması mümkün oldu.

Artık denizden ayrılan bölgenin genişliği 3 feet olmuştu. Bundan sonra gelen kara parçası eşit genişlikteydi. Ancak diğer iki bölge biri deniz biri toprak olmak üzere 2 feet’di. Ve adayı çevreleyen ise 1 feet kalmıştı. Sarayın bulunduğu adanın çapı ise, 5 feet’di. Bunlara ilaveten Stadıum’un 6/1’i genişlikte bir parça etrafı kaya parçaları ile kaplanarak kalelerin ve bahçelerin olduğu ve köprüyle denizin geçildiği yerdeydi.

Kullanılan kayalar adanın merkezinin altında buluna taş ocağından ve toprak parçasından alınmıştı. Bunlar beyaz, siyah ve kırmızı renkte idi. Bu çökük iki çukur oluşturuyordu. Bu çukurların doğal kayalardan çatısı vardı. Binaların bazıları gayet basitti. Diğerlerin ise renkleri değişikti. Böylece göze hoş görünüyor. Doğal zevkliliği gösteriyordu. Duvarların tüm çevresi ince tabaka pirinç alaşım ile kaplanmış daha sonraki duvar ise kalayla kaplanmıştı. Üçüncü duvar ise Orıchallum’un kırmızı ışığı ile parlıyordu.

(47)