Yontmataş devrinde Mısır, tropikal bir iklimin etkisindeydi ve bu iklime uygun bitki örtüsüyle kaplıydı. Konutlar henüz
vadinin üstündeydi, başlıca insan etkinlikleriniyse, avcılık ve balıkçılık oluşturuyordu. Yontmataş devri sonunda, bütün
Afrika’da bir kaya sanatı gelişti, Yukarı Mısır’daki kayalar ve mağara duvarları, hayvan resimleri, av sahneleri ve
gemicilikle ilgili çeşitli görüntülerle süslendi. Cilalıtaş devri başlarında, Nil vadisinin coğrafi oluşumu tamamlandı ve
Sahra’da yaşayan, av köpeği bakıcıları, Paleoafrikalı sığırtmaçlar ve Nilot kökenli balıkçılar yeni tekniklerden yararlanmaya
başladılar; yavaş yavaş tahıl tarımı, keten ekimi ve dokumacılığı, hasır işçiliği ve çömlekçilik gelişmeye başladı. Köylerin
eski görünümleri değişti, sazdan kulübelerin yerini kerpiçten evler aldı.
4000 yılına doğru benimsenen teknikler giderek yetkinleştirildi (çakmaktaşı ve bakır aynı zamanda kullanıldı), bunun yanı
sıra fildişi işçiliği ortaya çıktı, küçük heykellerin yapımına girişildi. Kuzey kültürüyle güney kültürü
arasındaki fark giderek iyice belirginleşti. İki uygarlık merkezi birbirine koşut olarak düzenlendi: Kuzeyde başına kırmızı
bir taç giyen ve Osiris tarafından korunun kral, batı ve doğu eyaletlerini (ya da nomos) yönetiyordu; güneyde bulunan bir
başka kral da başına beyaz bir taç takıyor ve tanrı Sethi tarafından korunuyordu; güney eyaletlerinin egemenliğiyse onun
elinde bulunuyordu.
Eski Mısır yaklaşık üç bin yıl varlığını sürdürdükten sonra, İ.S. 395’te Bizans egemenliği altına girerek Hıristiyanlığı yada
Kıptiliği benimsedi ama Hıristiyanlar ve Araplar, bu son derece gelişmiş uygarlığın izlerini silemediler.
İ.S.6. yy’da imparator İustinianos, Philai’deki İsis Tapınağı’nı (Hıristiyan Mısır’daki son pagan merkezi) kapattırınca,
dünyanın en eski uyarlığı sayılan bu uygarlığın üstüne bütün kapılar kapanmış oldu.
Daha sonra Fransız Jean-François Champollion’un hiyeroglif yazılarını incelemesi ve dolayısıyla o tarihe kadar karanlıkta
kalmış birçok soruya ışık tutması sonucunda Eski Mısır uygarlığıyla ilgili pek çok şey öğrenildi.
19. yy’a kadar, Mısır tarihi Eski Yunan yazarlarının, özellikle de Herodotos, Sicilyalı Diodoros ve Stranbon’un
yazdıklarından öğreniliyordu; ayrıca Mısırlı rahip Manethon’un Aigyptiake adlı yapıtından da yararlanılıyordu; Manethon bir
Mısır tarihi yazmaya girişmiş ve Mısır firavunlarını 31 sülalede toplayarak bir firavunlar listesi yapmaya çalışmıştır.Günümüzde Eski Mısır bilimi (ejiptoloji) henüz çok yeni bir
bilim dalıdır, ama incelediği yazıtlar ve arkeoloji gereçleri o kadar zengin ve o kadar çeşitlidir ki, daha şimdiden
Tarihöncesi dönemden Hıristiyanlık dönemine kadar Eski Mısır uygarlığının ve tarihinin ana hatları çizilebilir, en özgün
yanları belirtilebilir.İ.Ö. 3000’e doğru, Mısır’ın yazılı tarihinin başladığı sıralarda, uyarlığın bütün öğeleri bir araya
toplanmıştı: Ülke Nil’in suladığı bir toprak şeridi üstüne kurulmuştu ve ırmağın taşkın sularıyla besleniyordu; güneş her
gün ışıklarıyla çevreye iyilik saçıyor, Afrika kökenli beyaz halk sulama kanallarının bakımıyla uğraşıyor ve huzurunu
sağlayan doğal öğelere tapıyordu.Mısır halkı daha tarihsel döneminin başlangıç yıllarında kendine özgü bir dinginlik
edinmişti; bu durum biraz da siyasal sistem, dinsel özellikler, dil ve yazıyı koruma kaygısından kaynaklanıyordu.Eski Mısır
yalnızca, şaşmaz ve düzenli bir firavunlar dizisi değil, ama eksiksiz bir uygarlığın serüveni görünümünü taşıyordu.
(103)