Menü

Ezoterizm Tarihi – 02

30 Ocak 2017 - Ezoterizm Tarihi

Kaynak : EZOTERİK – BATINİ DOKTRİNLER TARİHİ
Cihangir Gener

I. BÖLÜM

EZOTERİK – BATINİ DOKTRİNLER

İnsanoğlu, zeka pırıltılarını ilk göstermeye başladığı günden bu yana nereden geldiğini, ne olduğunu ve nereye gideceğini

sürekli düşünmüş, cevabı bulduğunu zannettiği anda, bulduğu bu kutsal cevap için, başka bir kutsal cevaba inananlarla

savaşmış, onları öldürmekten çekinmemiştir. Kitleler bu kutsal cevaplara, diğer bir deyişle dinlere, konulan kurallar

çerçevesinde bağnazca bağlanırken, kutsal cevabın gerçek anlamını kendilerine saklayan ilk Ezoterik öğretinin yaratıcısı

rahipler, sıradan insanların yetersiz bilgileri ile bu cevabı anlayamayacaklarını düşünerek bir sırlar sistemi

oluşturmuşlardır.

Ezoterik-Batıni sırların, sadece bu sırları elde etmeye hak kazanan belli bir zümreye verilmesi, bu doktrinin hem zayıf

yanını hem de, bugüne kadar ulaşıp günümüz uygarlığının oluşmasında büyük rol oynamış güçlü yanını aynı anda içine

barındırır. Öğretilerin ancak belli bir eğitim ve bireysel gelişimden sonra sırlarını ortaya koyması, kitlelerden kopuk

doktrinler olarak kalmasına neden olmuştur. Öte yandan, sırların semboller dili bünyesinde son derece iyi saklaması ve

sembollere her çağda gelişen uygarlık doğrultusunda farklı anlamlar yüklenebilinmesi, tüm insanlık tarihi boyunca bu sırları

saklayarak günümüze kadar ulaştıran kardeşlik örgütlerinin varolmasını mümkün kılmıştır.

Bu sırlar nelerdir? Günümüz uygarlığının oluşumunda büyük etkisi olan ve çağımızın laik bir akıl çağı olmasını sağlayan bu

doktrinin içeriği nedir?

Ezoterik-Batıni doktrinler, felsefi alanda Panteizm olarak ifade edilir. Tek Tanrılı dinlerde yaradan-yaradılan ikilemi

varken Panteizm’de bu ikilem yoktur. Varolan herşey Tanrıdan sudur etmiştir ve onunla özdeştir.

Evren ve Tanrı birdir. Tanrı yaradan değil, varolandır ve evrenin toplamıdır. Onsuz ve sonsuz olan Tanrı, Makrokozmos’da da,

Mikrokozmos’da da bulunur. Tanrısal Nurun bir cüzü olan ruh hiçbir zaman ölmez ve yegane amacı ayrıldığı ana kaynağa, yani

Tanrıya dönmektir. Bunun da tek yolu, evrensel bir yasa olan evrim, yani tekamüldür.

Aslolan ruh ve ruhun tekamülüdür. Madde onun kullanıp attığı, bir üst düzeye geçme aracı ve zaman içerisindeki varoluşunun

ifadesidir. Tanrısal fışkırmanın neticesinde başlayan ve ancak ona dönüş ile son bulacak olan yaşamda insan, Tanrısal

varoluşun bilinen en üst düzeydeki ifadesidir. Ruh-can-beden üçlüsünü barındıran insan Mikrokozmos’dur. Mikrokozmos,

baba-ana ve oğul veya, öz-cevher ve hayat’ı kapsayan Makrokozmos’un, yani Tanrının özdeşidir.

Ruhun tekamülünü, yani çıktığı ana kaynağa dönmesini sağlayan evrensel yasa, yeniden doğuş yasasıdır. En alt düzeydeki

varoluşun ifadesi olan cansız varlıklardan, en üst düzeydeki Kamil İnsan’a kadar ruhun uluşmasını sağlayan yeniden doğuş

zinciri ancak ruhun mükemmelliğe ulaşması ve Tanrıya dönmesi ile kırılabilmektedir.

Evren, Tanrı ile özdeş olduğu ve Tanrıdan başka hiçbir varoluş bulunmadığı için, iyilik ve kötülük kavramları da Tanrının

ifadeleridir. Ancak, aslolan sevgidir, iyiliktir. Tanrısal fışkırmanın bilinen en üst düzey ifadesi olan insan, iyi ve

kötünün savaştığı alandır. Aslolan jyilik olduğu, evrenin tümü sevgi üzerine kurulu bulunduğu için, ancak iyi bir insanın

ruhu, Kamil İnsana dönüşebilir ve Tanrı ile bütünleşebilir. Yaşamı boyunca iyi olmayanlar bulundukları düzeyde yeniden

doğarlar. Kötü davranan insan ise, yeniden doğuş yasası uyarınca, tekamülün insandan bir Önceki aşaması olan hayvansal

varlığa geri döner. Ne tür bir hayvan olarak doğacağı, bir önceki yaşamındaki tavırlarına bağlıdır.

Tekamül yasası nedir ve nasıl işler? Tanrısal fışkırmanın, veya bilimsel deyimi ile büyük patlamanın (Big Bang) neticesinde

cansızlar alemi meydana gelmiştir. Evrenin fizik kuralları içerisinde zaman içinde güneş sistemleri oluşmuş ve en azından

bir gezegende, bizim dünyamızda, yaşamın ortaya çıkması için gerekli koşullar biraraya gelmiştir. Bu, başka sistemlerde

başka yaşam tarzlarının olmadığı anlamına gelmez. Zaten, Tanrısal püskürmenin yegâne hedefinin sadece insanoğlunu meydana

getirmek olduğunu iddia etmek, sadece insana has benciliğin bir göstergesi olur. Bilim adamları da bugün, milyonlarca başka

gezegende daha, başka canlıların bulunabileceklerini en azından teorik olarak kabul etmektedirler. Ancak bugünkü

teknolojimiz bu teoriyi doğrulamaya henüz yeterli değildir. Bu nedenle, ruhun Tanrısal Nura ulaşmasındaki son durağı Kamil

İnsan mıdır, yoksa başka bir yerde daha üstün nitelikli ve Tanrıya daha yakın başka varlıklar bulunmakta mıdır, bilemiyoruz.

Zaten, böyle varlıklar var ise, Kamil İnsanın bunlardan biri halinde yeniden doğması doğaldır. Artık bundan sonrası da, o

varlığı ilgilendiren bir meseledir. Bu nedenle kitabımız, Kamil İnsana kadarki tekamül ile sınırlı kalmak zorundadır.

Yapılan bilimsel araştırmalar, cansız varlıklar olarak kabul edilen kimyasal elemanların, uygun ortam bulduklarında hayatın

yapı taşları olan “rna” ve “dna” moleküllerine dönüştüklerini göstermiştir. Bu moleküller tek hücreli ilk camları, bu

canlılar da, zaman içerisinde, daha karmaşık yapılı diğer canlıları meydana getirmiştir. İlk kez Drawin ile bilimsel bir

izaha kavuşan bu tekamül yasasının son aşamaları, memeli hayvanlar, maymun türleri ve son olarak da insandır.

Peki, Tanrının bu tekamül yasasını harekete geçirmekteki amacı nedir? Bu soruya tek Tanrılı dinler ile, Ezoterik doktrinler

farklı cevaplar vermektedir. Tek Tanrılı dinler, herşeyi bilen ve tek yaratıcı olan Tanrının, kendisine tapınılması ihtiyacı

içinde olduğu için evreni yarattığını iddia etmektedirler. Ancak, hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrının niçin tapınılma

ihtiyacı duyduğuna ve böyle bir ihtiyaç içinde olsa dahi, niçin sadece kendisine tapacak kulları değil de, tüm evreni

yaratmış olduğuna mantıklı bir cevap getirememektedirler.

Ezoterik doktrinler ise, Tanrının tek amacının kendisini daha iyi tanımak olduğunu öne sürmektedir. Tanrı, kendi

bünyesindeki sonsuz varlıkların varoluş ve yaşayış deneyimleri ile kendi niteliklerinin bilincine daha çok varmakta ve daha

yüksek bir bilince ulaşmaktadır. Tanrının kendini tanıma süreci içindeki birincil kaynağı, engin tecrübesi ve düşünce

kapasitesi ile, insanın en üst düzeydeki temsilcisi olan Kâmil İnsandır. Bu aşamada şunu da belirtmekte fayda vardır;

Tanrısal bir sudur olan insan, dolayısıyla Tanırının bir ifadesidir. Bu nedenle, insan Tanrıdır ya da “ben Tanrıyım” demek

doğrudur. Ancak, Tanrı insan değildir. Tanrı, tüm varlıkların, evrenin tümü olduğu için, insan Tanrıdır demek ne denli doğru

ise, Tanrı insandır demek de o denli yanlıştır.

Ezoterik doktrinlere göre, Tanrısal bilincin artmasının en öncelikli aracı Kamil İnsan olduğu için, yegane hedef Kamil

İnsanlar yetiştirmek olmalıdır. Kamil İnsanları yetiştirmek ise, ancak üst düzeyde bir öğretiyi algılayabilecek, seçilmiş

insanların eğitilmesi ile mümkündür. İşte bu Kamil İnsanları yetiştirmek için binlerce yıldan bu yana çeşitli örgütler

kurulmuş ve bir sırlar sistemi oluşturulmuştur.

Bu öğretinin kullandığı dil “semboller dili” olagelmiş ve bu sembollerin, simgesel anlatımlarının imkanlarından

yararlanılmış, hemen her kavimde, her millette, binlerce sene korunarak, uygarlıktan uygarlığa aktarılması mümkün olmuştur.

Sembollerin dili ile öğretisini inisiyelerine *kuşaktan kuşağa aktaran, hakkında bilgi bulabildiğimiz ilk Kardeşlik örgütü

“Naacal Kardeşliği”dir. Bu örgüt, insanlığın ilk bilinen büyük uygarlığının beşiği olan ve günümüzden 12.000 yıl önce sulara

gömülen Pasifikteki “Mu” kıtasında kurulmuş bulunan yönetici rahipler örgütüdür. (1)

Kaynakça

1 – Churchward James, The Children of MU (MU’nun Çocukları), Londra 1931.
*- İnisiye: Sırlar öğretisine bir tören ile kabul edilen kişi.

(136)