Menü

Hayat Dersleri – 03

30 Ocak 2017 - Hayat Dersleri

* 15 yıl kadar önceydi. Tommy’yi ilk o gün görmüştüm. ‘İnancın Tarihi’ dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı’ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana, imalı imalı “Günün birinde Tanrı’yı bulacağıma inanıyor musun, hocam?” dedi…

“Hayır” dedim, yumuşakça.
“Yaa…” dedi. “Oysa senin bu derste Tanrı’yı pazarladığını sanıyordum hocam…”
Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
“Tanrı’yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim.”

Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana. Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü. Ama gözleri hâlâ pırıl pırıldı.
“Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam” dedi.
“Sana bir şey sorabilir miyim?” dedim.
“Tabii,” dedi… “Ne öğrenmek istiyorsun?”
“Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?”
“Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınları becermek ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi…”

Sonra niye geldiğini anlattı: “Okulun son günü sana Tanrı’yı bulup bulamayacağımı sormuş, ‘Hayır’ yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra ‘Ama o seni bulur’ dedin… İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söyleyince, Tanrı’yı aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir şey olmadı… Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm.. ‘En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine ‘Seni seviyorum’ diyemeden gitmektir’ demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte… En zorundan başladım. Babamdan…”

Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş.
“Baba seninle konuşmam lazım” demiş, Tommy.
“Peki konuş oğlum.”
“Yani çok önemli bir şey…”
Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı: “Neymiş o bakalım?”
“Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim…”

Tommy gülümsedi, devamını anlatırken.. Babasının elinden yere düşmüş gazete. Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış: Tommy’ye sarılmış ve ağlamış.

Sabaha kadar konuşmuşlar. Babası ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde…

“Annem ve kardeşimle daha kolay oldu” diye devam etti Tommy. “Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar… Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbimi açıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara.”
“Tommy” dedim, “Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa… Sen Tanrı’yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz. Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur… Bunu anlatıyorsun farkında mısın?” Devam ettim: “Tommy bana bir iyilik yapar mısın? Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?”

Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii. Şekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece… İnanmaktan, görmeye geçmişti.

Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk. “Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam,” demişti.

“Anlıyorum Tommy!”
“Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam? Sen anlatır mısın? Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısın?”
“Anlatırım Tommy” dedim… “Anlatırım, merak etme..!”

İnsanlara “Seni seviyorum” demek için, ölümü beklemenize gerek yok. Şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin. Hem… Şimdi başlamazsanız, belki de söyleme şansınız hiç olmayabilir…

* Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: ‘Bir hayat deneyimine katılmak istermisiniz?’ Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

‘O zaman’ der öğretmen. ‘Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin’ Öğrenciler bunu da yaparlar. ‘Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!’

Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

‘Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.’ Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine ‘Peki şimdi ne olacak?’ der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

‘Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.’

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: ‘Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.’ ‘Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?’

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: ‘Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.’

(52)