Menü

Kıyamet Nasıl Kopacak?

30 Ocak 2017 - Diğer

ŞAŞIRTICI AÇIKLAMA…

Ünlü Latin ozanı Lucretius (İ.Ö. 95-52) kırk üç yaşında öldüğünde, geriye, “Hiç Bir Şey Kalıcı Değildir” diye başlayan unutulmaz şiirini bırakmıştı. Democritus’un çekirdekçi madde kuramını herkesin anlayabileceği bir dille anlatıyordu dizelerinde…

Evrenin oluşum ve gelişimini, maddenin sürekli değişim içinde olduğunu, yıldızların, güneşin ve dünyanın ergeç öleceğini söylüyordu, şiirsi bir bilimsellikle… Birlikte izleyelim:

Hiç bir şey kalıcı değildir, akar gider. Madde maddeye etki yapar, nesneler böyle büyür, gelişir. Ta ki onları görene, tanıyana, adlarını koyana kadar. Sonra eriyip yok olurlar, tanınmaz olurlar.

Hızlı ya da yavaş hareket eden atomların güneşleri, sistemleri şekillendiricini görürüm. Yepyeni biçimlere girerler gözlerimizin önünde… Sonra, onlarda,öteki maddelerin kaçınılmaz yazgısına kapılırlar.

Ey Dünya! Karalarıyla, denizleriyle, imparatorluklarıyla gezegenimiz… Bütün yıldızlar, bütün sistemler gibi oluşan Dünya… Sen de onlar gibi yok olup gideceksin.

Geçen her saniyeyle birlikte onların yazgısına ortak olacaksın.

SON DEÐİL BAŞLANGIÇ

Evet, Lucretius, doğa kanunlarının kaçınılmaz işleyişi içinde Dünya’nın da ölüme mahkûm olduğunu söylüyordu, ama, çağdaş düşünürler kadar karamsar değildi. Ona göre, nesnelerin ölümü, “son” değil, başlangıçtı. Var oluştaki sürekliliğin, yaşamdaki kesintisizliğin bir ifadesiydi. Aynı şiirinde şöyle yazıyordu:

Bir zamanlar bizi oluşturan tohumlar, ölümle birlikte, kanatlanıp uçarlar.

Kimi toprağa karışır, kimi toz zerrecikleri gibi havalarda dolaşır.

Ama bunlar yitik değil, parçalanmıştır. Unufaktır.

Yaşam sürer gider.

Çünkü ölen madde değildir.

Candır.

Lucretius’un bu dizeleri evrenin tek değişmez yasasını gözler önüne seriyor. Yaşamın milyarlarca yıldır kesintisiz sürdüğü gerçeğini…

Lucretius’un dile getirdiği başka gerçekler de var. Satır aralarını okurken, evreni oluşturan gezegenler, yıldızlar ve yıldız sistemleri içinde insana düşünen yaratıklara özel bir önem verdiğini görüyorsunuz. Sanki çağdaş, bir inancı dile getiriyor. Dünyayı yerle bir edecek “kıyamet” gününden sonra bile bilimin katkılarıyla, insan yaşamının süreceği inancını haykırıyor. Doğru! Hem de çok doğru…

DOÐAL AFETLER VE “KIYAMET”

Dünyanın sonunu getirecek doğal afetlerin neler olabileceği konusunda düşünmeye başlamadan önce, küçük bir soruya yanıt bulmak gerekiyor: İnsanlık, kendisiyle birlikte dünyadaki öteki yaşam biçimlerini yok edebilir mi? Bu sorunun yanıtını insanlığın artan enerji ihtiyacında aramamız gerekiyor.

İnsanların artan ölçüde enerjiye ihtiyaç duydukları, kaynağı ne olursa olsun bu enerjinin kullanılmasının da çevreyi tehdit ettiği bir gerçek… Hem de tartışılmaz bir gerçek… Enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılan fosil yakıtlarının havadaki karbon dioksit yoğunluğunu artırdığı, oysa yerküresinin Venüs kadar sıcak (425 santigrad) olmasını önlemek için,yoğunluğun belli bir düzeyin altında tutulması gerektiği biliniyor. Bilim adamlarının birleştikleri nokta, yerküresi ısısının 5-10 derece santigrad yükselmesinin bile ölümcül tehlikeler getireceği yönünde… Yerküresi ısısında meydana gelebilecek böylesi geçici bir yükselmenin bile Kuzey ve Güney kutuplarındaki buzulları çözeceğini, dünyadaki su düzeyinin 100-120 metre yükseleceğini, böylece dünyanın en büyük gökdelenleri dışındaki çok büyük bölümünün sular altında kalacağını söylüyorlar.

İnsanlığı yok edebilecek bir başka “afet” de atom savaşı… Böylesi bir savaşın tarihteki tüm savaşlardan daha yıkıcı olacağı konusunda kimsenin kuşkusu yok… Ama, bunları bir yana bırakalım şimdilik… İnsanın kendi edip kendi bulduğu bu tür afetlerden sağ çıkan kalmayacağı için, üstünde düşünmeye bile gerek yok…

YENİ BİR BUZUL DEVRİ

“Kıyamet Günü’nü yaklaştıracak başka doğal afetler de var. Yer sarsıntıları, yanardağ patlamaları ve gelgit dalgalarının, yeryüzünü oluşturan tabakaların hareketinden kaynaklandığı biliniyor. Her biri yüzlerce kilometre kalınlığında ve milyonlarca kilometre kare alanında olan bu tabakaların, mil yarlarca yıldır, yılda 4 santimetre hızla yer değiştirdikleri saptanmış durumda… Yerkabuğundaki uranyum gibi radyoaktif maddelerin saldıkları enerjiyle hareket eden bu katmanlar, dünyanın bildiğimiz coğrafyasını oluşturmuşlar. Birbirleriyle temasa geldiklerinde dağlar, ovalar, yer çatlakları, yer sarsıntıları oluşturmuşlar. Ama, bunlar, öldürücü de olsalar, zarar da verseler, dünyanın oluşumunda bir nokta gibi kalmaktadır.

Örneğin, yeni bir “Buzul Devri”nin tehlikelerini hiç düşündünüz mü? Kim bilir, belki 25.000 yıl sonra gelecek, ama, buraya kadar sözünü ettiğimiz afetlerden çok daha büyük zararlar verecek… Yerküresinin dönüş ekseni Kuzey Yıldızı’na baktığı için, Kuzey yarımkürenin kuzey bölgelerinde yazlar sıcak, kışlar soğuk olmakta… Bunun anlamı, kuzey ekseninin, yaz aylarında güneşe dönük, kış aylarındaysa karşı yöne dönük olması… Ama, ilginçtir, dünyanın güneşe en yakın olduğu mevsim kış, en uzak olduğu mevsim de yaz… Milyarlarca yıldır durum böyle… Üstelik çok az değişiyor. Ama, kim bilir, belki birkaç bin yıl sonra durum öylesine değişmiş olacak ki, kışlar daha soğuk, yazlar da serin olacak… Yazların serin geçmesi yeni bir Buzul Çağı’nın habercisi olabilir. Kaldı ki, bu “serinleşme” yeryüzü tabakalarının temasa geçerek yeni yükseltiler yarattıkları, dolayısıyla buzların erimesinin güçleştiği bir döneme rastlayabilir. O zaman da dünyayı bir buz tabakası kaplayıverir.

Hayal sanmayın bunları… Bundan 25.000 yıl öncesi için yapılan hesaplara göre, buzullar 35’inci enleme kadar inmişti. Oysa, ondan da 15.000 yıl önce, buzul-arası dönemde, o enlemlerin iklimi tropik altıydı. Kısacası, yeryüzünün iklimi, elli bin yıllık devrelerle çok büyük değişiklikler geçirmekte…

YA METEORLAR?

Diyelim ki, bu doğal afetlerin hiç biri meydana gelmedi. O zaman da, gökyüzü cisimlerinden herhangi birinin yeryüzüne çarpması tehlikesi sürüyor. Dünyaya her gün çarpan meteorların sayısı milyonları bulmakta… İrili-ufaklı bunlar… Kimi atmosfere girerken sür tünmenin etkisiyle parçalanıyor, unufak oluyor. Kimi de (sayıları günde 25) yer kabuğuna ulaşıyor. Yapılan saptamalara göre yeryüzüne zarar verebilecek büyüklükte meteorların sayısı yüzyılda 2 kadar… 1908 yılında çarpan bu tür meteorlardan biri, 1 kilometre çapında, 300 metre derinliğinde bir çukur açmış ve 80 kilometre yarı çapında, bir daire içinde tek canlı bırakmamıştı. Bu büyüklükte bir meteorun yeryüzüne çarpması ihtimali 50 milyonda birdir. Dünyanın yörüngesinde dönerken bir göktaşına çarpması ihtimali, ancak 80 milyon yılda 1 kere gerçekleşebilir. Dünyanın başka gezegenlerle çarpışması ihtimali ise, yerçekimi yasaları vb. nedeniyle sıfırdır.

24 SAATLİK AY

Bilim adamlarının saptamalarına göre, gel-git olayları, dünyayla ay arasındaki ilişkileri er ya da geç etkileyecektir. Şöyle ki, suların sürekli çekilmesi . ve yükselmesi, yörüngesi etrafında dönen dünyanın dönüş hızını frenlemekte, böylece her yüzyılda günler bir saniye uzamaktadır. Dünyanın dönüşündeki bu yavaşlama esas itibariyle ayın etkilerinden kaynaklandığı için, etki-tepki yasalarının işleyişi sonucu, dünyanın yitirdiğini ay kazanmakta ve bu uydu ağır ağır dünyadan uzaklaşmaktadır. Bunun sonucunda hem günler, hem aylar uzayacak ve bir kaç milyar yıl sonra “gün” ve “ay” süreleri, bugün kullandığımız “gün” birimi üstünden, 60 günde eşitlenecektir. Bunun sonunda ay artık ne doğacak, ne batacak, dünyanın yalnızca bir cephesinden görülecektir.

Öte yandan, güneş de dünyada suların yükselip alçalmasını sağlamaya başlayacaktır. Güneş gelgitlerinin etkisiyle günler, aylardan uzun duruma gelecek, dünyanın kendi ekseni etrafında dönüş hızı ayın yörüngesindeki dönüşünden daha yavaş olacaktır. Gelgit hareketine uyabilmek için, ay, bu kez de, daha daralan bir yörüngeyle dünyaya yaklaşacak ve dünyayla uydusu birlikte güneşten uzaklaşmaya başlayacaklardır. Birkaç milyar yıl sonunda dünyanın merkeziyle ayın merkezi arasındaki mesafe 150.000 kilometreye inecek, ayın gelgit etkisi de bugünkü düzeyinin 15.000 katına çıkacaktır. Yüzlerce metre yükseklikte dalgalar, saatte 8-10 bin kilometreye yaklaşan hızlarla karaların üstünden geçip gidecekler, sürtünmenin etkisiyle de kaynamaya başlayacaklardır. Dünya, bir anda, kaynar sulu bir girdaba dönüşecektir. Yeryüzün deki bu gelgit etkisi artık çok yakınlaşır iş bulunan ay üstünde etkiler yapacak ve ay unufak olacaktır. Bugün bildiğimiz ayın yerini, ay parçalarından oluşan ve dünya çevresinde dönen küçük zerrecikler alacaktır.

Kısacası, ya ay-dünya sistemi kendiliğinden parçalanacak, ya da güneşin beklenen ölümüyle aynı sonuç ortaya çıkacaktır.

100 MİLYON SANTİGRAD ISI

Güneş, yapılan hesaplara göre, 5 milyar yıldır vardır. O günden bu yana geçen süre içinde, güneşin özgün çekirdek hidrojeninin yüzde 50’si helyuma dönüşmüştür. Güneşin çekirdeğinde hidrojenin helyuma dönüşmesiyle birlikte çekirdek daralmakta, yerçekimi enerjisini boşaltmakta, güneş de serinleyip parlaklaşmaktadır. Beş milyar yıl sonra güneş çekirdeğinin tamamı helyum olacak, yoğunlaşacak ve sonra birdenbire ısınmaya başlayarak 100 milyon derece santigrada ulaşacaktır. Bu arada güneşin genleşmesi de sürmektedir. “Kızıl bir dev” durumuna dönüşecek, bugünkü parlaklığının bin katına ulaşacak, Merih, Venüs, Ay ve Dünyayı yutacaktır.

Güneşin dünyayı yutması, elbette, dünyanın sonu değildir. Teknoloji öylesine hızlı gelişmektedir ki, insanlık, bir kaç milyar yıl içinde, bu tür tehlikeleri savmanın yollarını da bulmuş olacaktır. Uzay kolonileri kurulmuş, nüfusun büyük bölümü uzak gezegenlere yerleştirilmiş, belki de dev bir hidrojen bombasının yardımıyla dünya uzaklara, yeni bir yörüngeye götürülmüş olacaktır. Kısacası, Lusretius’un iki bin yıl önce düşündüğü gibi, canlar ölecek, ama, yaşam sürecektir.

Bilim Dergisi – Mart 1982

(55)