Menü

Merkez Bilgi Alanı Vakfı – 02

30 Ocak 2017 - Merkez Bilgi Alanı Vakfı

MERKEZ BİLGİ ALANI VAKFI – 1999
Perşembe Konferansları Dizisi : 22 / Şubat / 2001
AGARTA
Konuşmacı: Cahit CÜMBÜŞEL
İrticalen yapılan konuşmaların kaset deşifrasyonlarıdır.

Efendim, cümleten hoş geldiniz. Agarta konusuna girmeden evvel, bu çalışmanın maksadı ve kapsamı hakkında bazı konu başlıkları vermek istiyorum. Bu dizi konferansların devamı süresince aşağıda isim başlıklarını vereceğim konuları ele alacağız ve böylece bütün bu konferanslar dizisi size bir bütünlük teşkil edecek.

Öncelikle beşeriyetin ve dünyanın kadim ve bilinmeyen tarihi hakkında bilgiler aktarmaya çalışacağız. Gerçekten bilinen tarih, bilinmeyen tarihin yanında yanlışlıklarla dolu bir cücedir. Gerçek tarih belli bir plan ve program gereği gizlenmiş, yok edilmiştir.

İkinci ana konumuz, Dünya Rab Mekanizması’nın dünya insanlığı üstünde uygulamış olduğu geliştirme programının ne olduğu ve mahiyeti hakkında olacak. Yani hikmetinden sual edilmez denilen nokta üzerinde adeta hikmetinden sual ederek O’nun hikmetinin O’nun tezi olduğunun bilgisinden yola çıkarak bu tezin ne olduğu yani bütün bu mizanseni tanzim ve tertip eden Yüksek İdareci Mekanizma’nın beşeriyete büyük inisiyeler aracılığı ile vermiş olduğu ve vermekte olduğu bilgilerin aslı esası nedir ve nereden kaynaklanmaktadır gibi konuları işleyen bir ana başlığımız daha var.

Üçüncü konumuz, Ana Vatan Mu Medeniyeti ve kıtası hakkında. Güney Pasifik’te yaklaşık günümüzden 200.000 yıllık geçmişi olan, ancak 70.000 yıla kadar izlenebilen ve gene yaklaşık günümüzden 12.000 yıl önce batan Mu kıtası ve onun bilgileri ve onun kutsal sembolleri hakkında bilgiler aktarmaya çalışacağız. Ayrıca Mu’ nun batışından itibaren onun evlatları olan veya onun kolonileri diyebileceğimiz Hint, Maya, Uygur ve Mısır medeniyetleri hakkında ve gene bunların okült bilgileri hakkında konuşacağız.

Hemen şu noktayı ifade etmek istiyorum ki, dünyamızın din, bilim ve felsefe adına sahip olduğu her şeyin bütün bilgilerin aslının ve esasının Ana Vatan Mu kökenli olduğunu ve onların da bu bilgilerinin Sirius Kültürüne bağlı olduklarını yani Sirius Kültüründen edindiklerini belirtirim. Bu konuları zaman içinde açacağız ve büyük ihtimalle yani beşeri mentalitenin, beşeri anlayışın, beşeri kabul ve onayları mantık silsilesine mümkün mertebe oturtmaya çalışacağız, olabildiğince.

Dördüncü konumuz gene bu büyük batık medeniyetlerden biri olan Atlantis konusunda olacak. Atlantis’in bu da yaklaşık Mu ile çağdaş tarihlerde batmıştır ve bizim medeniyetimize olan bütün tesirlerini bilgisini aktarmaya çalışacağız.

Bir başka konu başlığımız Osiris’den Üstad Ruhselman’a kadar bütün inisiyelerin, bütün büyük inisiyelerin beşeriyetin evrimine adeta çağları bağlayanların, çağ açıp, çağ kapayanların ki bunlara İlahlar da denebilir, Tanrı Oğulları da denebilir bunların hepsi sembolik ifadedir, bunların hepsini de zaman içerisinde konuşacağız ve hepsinin de birbirinin devamı olan ve aynı yüce kaynaktan beslenen misyonlarının bilinmeyen yönleri hakkında konuşacağız. Bunlar aşağı yukarı bir elin parmakları kadar olan Rama, Krişna, Hermes veya Toth, Zerdüşt, İsa, Muhammed gibi büyük inisiyelerden meydana gelmektedir.

Bir diğer konu başlığımız bu dizi konferanslar süresince, semavi dinler ve bunların sembolik yapıları hakkında olacaktır. Bütün bu semavi dinlerin hepsini bir bütünün parçaları olarak ele alarak ve hepsinin aynı ortak ve yüce kaynaktan beslendiğini bilerek ve bu anlayışla yaklaşarak bunları açıklamaya çalışacağız. Hemen bu konuyla ilgili şunu da ifade edeyim: Vedalar’ı, Hinduizm ‘i, Brahmanizm ‘i, Budizm ‘i, Tao ‘yu ve Hermetizm ‘i ve nihayet Sufizm ‘i tetkik etmeden ne Musevilik, ne Hıristiyanlık, ne de İslam anlaşılamaz. Böyle bir kanaate sahibiz bunları da gene bu dizi konferanslar esnasında aktarmaya çalışacağız.

Gene bir başka konumuz dinlerdeki ana sembollerin incelenmesi şeklinde olacak. Özellikle Kuran da belirginleşen yedili sembolizm yapısını ele almaya çalışacağız. Buna da kısaca deyineyim : Kurandaki ayetlerin iki ana bölümde incelemesi yapılıyor. Bunlar muhkem ve müteşabih ayetler diye ikiye bölünüyor. Muhkem ayetlerdeki bilgiler daha ziyade fıkıh denilen işin şeriat bölümüyle ilgili yani günlük hayatın düzenlenilişine bağlı olan bilgiler olup bunlarda bir sembolizm gözükmemektedir. Bunlar tamamıyla ilk okunduğu gibi anlaşılan muhkem bilgiler kapsamındadır. Ancak müteşabih dediğimiz ayetler ki yani teşbihten benzetmeden mülhem bir kelime, bunlarda yedi kat sembolizm söz konusu edilmektedir. Yani, özellikle bizlere hitap eden yanı asla ve asla birinci anlayış değildir, ikinci ve üçüncü de değildir ancak dördüncü kademedeki sembolün çözümünden itibaren içindeki bilginin orijinalitesine ulaşmak mümkündür. İşte dinlerin beşeriyetin evrimi üstündeki verimsizliği bu noktadan kaynaklanmaktadır çünkü sembolik ayetlerin ilk anlayışla ele alınması maalesef beşeri tekamülün veya beşerin veya dünya insanlığının şu andaki bilgi düzeyini yükseltme eylemine katkıda bulunmamaktadır.

Şöyle hemen küçük bir cümle geçmek istiyorum. “Firavun devri hala sürmektedir.” diye bir cümle kullanıyorum. Hemen ilk anlayışla bakıldığında ” Şimdi 20. y.y. da firavununun işi ne?” diyeceksiniz ama hemen bu sembolü açtığımızda, firavun demek ; ilahi otoritenin tanınmayışı demektir. Onun yerine insanın cahil nefsini, cahil egosunu ve sahte kişiliklerini ilahi yasaların ve Rab’ bin yerine koyması demektir. Firavun budur. İşte böylece günümüzde herkes adeta tek başına bir firavun olmuş, kol gezmektedir. Bakın firavun kelimesi bir sembol olarak nasıl mana kazandı. Yani buna benzer her türlü bilgileri konuşmaya çalışacağız.

Bir diğer konumuz, Hermetizm konusu olacak yani Mısır gizemciliğini anlatmaya çalışacağız. Bir diğer konumuz, okültizm ve inisiyasyon olacak.

Gene bir diğer konumuz, dünyanın yaşamış olduğu Altın Çağ döneminden ki, bu Mu da ki dönemi ifade ediyor. Tekamül programı gereği olarak bir envolisyonla, bir düşüşle Kaliyuga denilen doğu öğretileri böyle söylüyor, ki buna Demir Çağı diyoruz, Kaliyuga ya düşüşümüz, inişimiz ve bunu yaşayışımız ve bunun içinden bunun bilgisini alıp gene altın çağa dönüşümüz konusunu konuşacağız.

İnsanın cennette oluşu yani insan bu dünyaya gelmeden önce cennetteydi şeklindeki dinsel bilgilerin belli bir seviyeden yorumu, Mu ‘yu anlatmaktadır. Yani cennet Mu ‘dur. Dünya insanlığının yaklaşık 100.000 yıl önceki Mu kıtasındaki görkemli ve İlahi İrade kanunlarına tamamıyla uyum içerisinde yaşayışı, düalitenin adeta olmayışı, cennet halini temsil etmektedir. Tevrat ta ki Aden Bahçesi de Mu ‘dur. Gene sırası gelmişken şunu ifade edeyim, özellikle Tevrat ‘ın hazırlayıcısı ve yazıcısı olan Musa peygamber, kendisi büyük bir inisiyedir ve özellikle Mısır’ daki rahiplerin bildiği ve sadece onların anladığı özel hiyeratik lisanı bilmektedir ve Tevrat ‘ı bu hiyeratik yazıyla yazmıştır. Bir bölümü kaybolmuş ve bir bölümü de Musa’dan yaklaşık 900 yıl sonra Ezra peygamber tarafından yapılan tercümelere dayanmaktadır; yani bizim şu anda elimizdeki Tevrat, Ezra nın’ ki Babil esareti döneminde oluyor bu olay, Ezra ‘nın etrafındaki şahıslar tarafından yapılan bir tercümeydi ve Ezra özellikle Mısır inisiyasyonlarının sahip olduğu orijinal bilgilere ve görgüye sahip değildi, yani tam bir inisiye değildi ve Ezra bu noktada bir çok tercüme hatası yapmıştır. Dolayısıyla bizim bugün muhatap olduğumuz Tevrat ‘ta ki, Genesis, Yaradılış bölümündeki ifadelerin çoğu tercüme hatalarıyla doludur. Buna rağmen tekamüle hadim olmaya devam etmektedir. Zaten bu kutsal kitaplardaki bu dejenerasyonun giderilmesi açısından Yukarısı devamlı devre be devre diğer kutsal kitaplarla bu gidişattaki kayıpların ortadan kalkması ve yeni ihtiyaçlar yönünde manevralar yaparak olayı desteklemiştir.

Bir diğer konumuz, kıyamet veya devre sonu dediğimiz olayın ne olduğu hakkında konuşmak olacaktır. Özellikle Müslümanlıkta geçen ahir zaman ve kıyamet sembolleri veya kıyamet alametleri denen bir takım bilgiler vardır. Bunları aşağı yukarı yedi maddede topluyoruz : İsrafil ‘in surunu üflemesi, Deccal ‘in çıkması, Yecüc Mecüc denilen bir takım garip varlıkların tezahür etmesi, Dabbetül Arz denilen olayın tezahür etmesi, Mehdi’nin gelmesi, Mesih’in gelmesi, güneşin batıdan doğması gibi. Şimdi öncelikle şunu ifade edelim ki, Yukarısı tüm sözlerini ve vaatlerini tutandır yani bu söz konusu edilen bütün tezahürlerin gerçekleşmesi kesinlikle mutlaktır fakat gene sembolik olarak bu mevzuya yaklaşmamız lazım, yani İsrafil surunu üfleyecek dediği vakit bunu bir meleğin çıkıp ta borazanı üflemesi şeklinde anlarsak bunun asla makul bir şey olmadığını da bilmemiz lazım. Dolayısıyla bunların da, gerçek anlamları hakkında konuşacağız.

Bir diğer konumuz, kainatta kozmik kültür merkezleri ve kainat evrim okullarına hizmetleri. Kozmogonik varlıkların ki bunlar takım yıldızlar, yıldızlar ve gezegenler olarak geçiyor. Bunların birbirlerine ve bizim üstümüze olan etkileşimlerini , tesirlerini ve enerjilerinin ne olduğunu konuşacağız. Aslında bu konu Atlantis’ de zirvesine çıkmış olan ve bir bilim olan astrolojinin işidir. Gerçek astroloji bugün en dejenere olmuş haliyle gazetelerdeki yıldız fallarına düşmüş olan Demir Çağının Kali Yuga’ nın bir sonucu olarak, yıldız falları seviyesine düşmüş olan astroloji aslında gerçek ve çok önemli bir bilimdir. Eskiler buna ilm-i nücum derlerdi. Bu yüzden astroloji gerçekten çok önemlidir ama bu manada. Şimdiki dejenere olmuş hali ve anlayışıyla değil.

Bir diğer konumuz, kozmik kültür merkezi Sirius Merkezi ve onların vazife sahaları ve özellikle dünyada Sirius Misyonu Harekatı’nın ne olduğu konusu.

Bir diğer konumuz, vazifeli ülke , vazifeli varlık kavramı ve bu bağlamda vazifeli ülke Türkiye hakkındaki bilgilerimizi gene size nakletmeye çalışacağız. Vazifeli ülke Türkiye konusunda bir iki cümle kullanmak istiyorum. Bilgilerimize göre dünyada Sirius misyonu harekatı için ülkemiz yani Türkiye 2000 yıldan beri seçilmiş bir ülkedir. Buna bağlı olarak çok sayıda faaliyetler ülkemizde yürütülmektedir ve bu bilgilerin gerçekten tahkiki mümkündür, yani biz burada bir takım şahsi faraziyelerimizi veya hezeyanlarımızı aktarmıyoruz. Bu bilgilerin gerçekten tahkiki mümkündür ve bunları da konuşacağız. Özellikle bu misyonun ifası için ülkemizde büyük genetik mutasyonlar yapılmaktadır. Bunun en bariz kanıtlarından biri şu anda ülkemizde 52 tane etnik gurup yaşamaktadır ve bunların oluşturmuş olduğu muhteşem bir karma genetik mevcuttur. 52 tane etnik gurubun karışımından meydana gelen çok yüksek bir alış potansiyeline sahip varlık bedenleri mevcuttur diyebiliriz.

Bir diğer konumuz, tüm bu bilgilere baktıktan sonra özellikle şunu vurgulamak istiyorum, yukarıda konuştuğum tüm bilgilerin hepsi aşağı yukarı 3500 yıldan beri bize sunulmuş olan ve bünyesinde karmaşıklığı barındıran bilgiler yekünüdür. Oysa, devremiz giderek kuvvetli ve sade bilgiye yönelmektedir. Devrenin icabı veya kıyametin icabı, kıyam etmenin icabı yani şuurda ayağa kalkmanın icabı artık karmaşık bilgilerden ve zayıf bilgilerden sade ve kuvvetli bilgilere yönelmektir. Bu bağlamda “Merkez Bilgi Alanı” nın veya öncelikle bilgi alanlarının ne olduğu, daha sonra Merkez Bilgi Alanının ne olduğu hakkında ve “Merkez Bilgi Alanı” nın misyonu hakkında bilgiler aktarmaya çalışacağız. Burada bir tebligat okumak istiyorum ; Merkez Plan tebligatlarından biridir çünkü yeni çağın bilgileri bizleri artık bu bilgilere yönlendirecektir. Tebligat şöyle; yeni çağın bilgileri (burası tebligat dışı bir cümle) “Esas bitiş realitesi olan (buradan tebligat başlıyor) hizmet realitesinden hakimiyet realitesine yönlendirmektedir. Hakimiyet realitesi hükmetmek değildir, hüküm vermek değildir. Hakimiyet bilgiyle bir olmaktır. Hakimiyet özünde hakem olmayı taşır. Uzlaşmayı, birleşmeyi ve birleştirmeyi taşır. Yolcuyken yol olmayı, sahipken paylaşmayı taşır. Hakimiyet sevgidir. Hakimiyet sevginin tezahürü, yayılımı ve sevk etmesidir. Hakim olan yere hakimdir, hakim olan göğe hakimdir ve sistem hakim olanındır. Ve sisteme hakim olmadıkça önünüzdeki imkanları bilemezsiniz.” Bu tebligatın yorumuna girmiyorum, ancak şunları çağrıştırdığını da ifade edelim bir yorum tarzında değil çağrışım olarak. İyi bir dümencinin rüzgar ne yönden eserse essin teknesini istediği yöne götürebileceğinden şüphe yoktur. Buradaki rüzgarı kullanmak yelkencinin veya dümencinin tamamiyle kabiliyetine kalmıştır. Fakat hakimiyet realitesi demek, artık yelkene, gemiye değil rüzgara hakim olmak demektir, yani siz rüzgarı estiren konumundasınız.

Yaydan çıkan okun asla hedefinden geri dönmeyeceği, mutlaka hedefi bir şekilde bulacağı gibi bir bilgiye sahipken, hakimiyet realitesi demek ; yaydan çıkan okun yaya geri döndürülme kabiliyetinin ve yeteneğinin kazanılması demek şeklinde bir benzetmeyle gene sunuyorum. Ve gene ileri derecede sufiyunların kendi aralarında konuştuğu bir ifade var oda şu :

“Biz söyleriz Allah yapar.” Bu çok derin bir ifadedir düşünmek lazım. “Biz söyleriz Allah yapar.”

Şimdi bütün bu bilgileri sunarken özellikle altın çağın vahye dayalı kutsal metinlerinde, ki bunlar Mu ‘da kayıtlıdır ve Mu ‘dan itibaren de şu anda Agarta bünyesindeki kütüphanelerde gene kayıtlıdır ve koruma altındadır, burada bilgi ve bilginin sunumuyla ilgili şu yasayı da asla göz ardı etmeyeceğiz. İnsanların bilgi yükünü zorlamak yasalara aykırıdır. Yani İlahilik prensibi mevcut nizamı ancak talep yönünde değiştirebilir. Dolayısıyla muhatap olacağımız bilginin kalitesini, seviyesini ve dozunu gene bizim talebimiz belirleyecektir. Yani biz ne türlü bilgiyle muhatap olursak olalım, o bilgiyi ancak kendi kapasitemize uygun, kendi ihtiyacımıza uygun, kendi talebimize ve kendi tekamül ihtiyacımıza uygun yönde alacağız veya almayacağız veya belli bir süre bizde o bilgi barınıp sonra kayıp, yok olup gitmek durumunda kalacaktır. Fakat muhakkak ve muhakkak ki, bilgi ve bilgelikle yaşam beşeriyetin geleceğinde mutlaka söz konusu olacaktır çünkü ancak kıyamet bu şekilde mümkündür. Şuurlanmak, uyanmak bu şekilde mümkündür çünkü aksi hal, bilgisizlik hali daima esareti doğurmaktadır. Esaret demek, kendisini tekamülde araç edindiğimiz maddeye köle olmak demektir. Bunun sembolü Mu’ dan beri gelen ahtapottur. Sekiz kollu ahtapot yani adeta madde ile bütünleşen bu sembol, sekiz tane kolu ile insanı her yönden sarmaktadır. Yani gözünü, kulağını, anlayışını, zihnini bütün duyularını felç etmekte ve onu maddeye köle etmektedir. Bir tebliğ daha okuyorum :

“Bilgi esaretin sonu demektir, bilgi fizik planda somutlaşmaya başladığında esaret de kendisini geri çekmeye başlar. Esaretin ahtapot kolları, ancak bilgi enerjisinin tesiriyle yok edilebilir.”

O halde kendim de dahil olmak üzere şu uyarıyı bir kez daha yapıyorum, bu bilgilerle muhatabiyetimizin anlamını çok derin bir şekilde düşünmeliyiz. Bu bilgileri almak, bu bilgileri taşımak ve bu bilgileri sunmak büyük bir sorumluluk getirmektedir. Almak da dahil, yani bilgi demek enerji demektir ve bu enerjiyi bünyenize dahil ettiğiniz zaman, tıpkı bir madde gibi, bir zehri içtiğiniz vakit nasıl ölürseniz veya vücudunuza faydalı bir besini aldığınızda nasıl daha zinde ve sağlıklı oluyorsanız ki o da bir maddedir, bir bilgiyi de aldığınızda o bilgiyi eğer hak ettiyseniz, taşıyabilecekseniz, ondan istifade edip kullandırabilecekseniz alınız, aksi halde yüktür ve daha ileride varlıkların şuur yapılarında bir takım problemlere de yol açmaktadır. Yani adeta bir tehdit gibi bu cümleyi kullanıyorum bilgi almak çok büyük bir sorumluluktur ve tehlikelidir. Bütün bunları konuştuktan sonra Agarta veya Agarti diye de kullanılıyor, bu konuya girmek istiyorum müsaadenizle.

Hint, Tibet ve Moğol tradisyonları ve gelenekleri yerin oldukça altlarında saklı ve dünyanın bütün kıtalarında bulunan gizli girişli tünellerle yaklaşılan ve dünyanın okült yönetimini tüm kudret ve bilgeliğiyle elinde tutan Agarta ve onun reisi Dünyanın Kralı’ ndan söz ederler. Agarta yeryüzünde yer kürenin içinde, hepimizin yakınında durmaktadır. Onun varlığı bilinir çünkü bizim onu unutmamıza fırsat kalmaz. O kendini sık sık hatırlatır ama onu iyice tanımak için uzandığımızda Agarta kendini hemen geriye çeker ve kalın bir sis perdesi arkasında kaybolur. Böyle bir özelliği var.

İngiliz sömürge idaresi Hindistan ‘ın hakimi durumundayken İngiliz hükümetinin de onayıyla, bazı subaylarıyla birlikte bilimsel bir ilgiden çok, daha ziyade batılı medeniyetlerin edepsiz ve soyguncu tavırlarıyla, Tibet’te araştırmalar yapmış ve böylece hem bu Agarta söylentileri gerçek mi diye bir araştırma yapmak hedefini gütmüş hem de bir takım servetler elde etmeyi düşünmüş ve sonuçta İngiliz subayları, Agarta ‘nın bir efsane olmadığını hemen öğrenmişlerdir.

Her teşebbüslerinde Agarta ‘nın varlığı kendini bir kez daha kanıtlamaktaydı, fakat sır da sır olmaya devam etmekteydi. Mesela Tibet ‘te bulunan bir çok manastırların altlarında yüzlerce km. ye ulaşan tünelleri buluyorlar, fakat araştırmaları bundan öteye bir türlü gidemiyordu.

Agarta 19. yy. a kadar kendini gizli tutmuştur. Hiçbir yerden malumat sızmamıştır. Ancak sanırım Vedalarda bazı çok kapalı ifadeler var fakat bunları da pek kimse anlamadığı için yaklaşık 19. yy. ın başlarına kadar Agarta devleti hakkında hiçbir bilgi yoktur. Ancak Agarta ‘dan yazılı olarak söz edilmesi izni çıktığında, bu tanıtma görevi Martinist Tarikat’ın Üstadı Marki Saint Yves D’alvedre’ye verilmiştir ve bu şahıs Hint Misyonu isimli kitabında, batıda ilk kez Agarta ‘dan ve dünyanın okült yönetiminden söz etmiştir ve dünyanın kralından da. Ancak Hiyerarşi’nin müsaade ettiği dozdan fazlasını ifşa ettiği için almış olduğu uyarı neticesinde kitabını baskıdan çıkar çıkmaz imha etmiştir. Fakat imhadan kurtulan tek bir nüsha markinin ölümünden sonra majisyen Papüs’ün eline geçer ve onun oğlu tarafından yayınlanır. Dolayısıyla Agarta hakkındaki ilk bilgileri bu kaynaktan aldığımızı ifade ediyorum.

İkinci büyük kaynak Polonya asıllı Rus Prof. Ferdinand Antony Ossendowski’ dir. Ossendowski Moğol kaynaklarını kullandığı için Agarti olarak bu ifadeyi telaffuz etmiştir. 1876 doğumlu olan Prof. Ossendowski, 1917 Ekim Devrimi’nde, Kızıl ordudan kaçarak Yeniçay Ormanları’na, Moğolistan’a ve daha güneye doğru kaçtı ve burada bu kaçış esnasında yaşadığı müthiş serüvenler esnasında Agarta gerçeği ve gizemiyle karşılaşmış ve Agarta kralına, Cihan Hakimi olarak ifade etmiştir kendisi ve bu konudaki bilgilerini İnsanlar, Hayvanlar ve Tanrılar isimli kitabında 1924 yılında yayımlamıştır.. Bu kitabın Türkçe tercümesi de ülkemizde Nasuhi Baydar tarafından yapılmıştır bu kitap ile ilgilenenler bunu Beyazıt devlet kütüphanesinde bulabilirler. Şimdi Ossendowski ‘nin kitabından dünya kralı veya cihan hakimi hakkında birkaç cümleyi orijinal haliyle nakletmek istiyorum. Şöyle söylüyor :

“Dünya kralı, cihan hakimi, bir mitos veya doğa üstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve kemikten bir şahıstır.”

Bir diğer cümle alıntı olarak :

“Dünya kralının pek çok kereler Orta Asya da Hindistan’da, Tayland ‘da beyaz bir fil ya da lekesiz bir ata binmiş olarak elinde asasıyla halkı kutsadığını anlatan bir dizi kesin tanıklık mevcuttur. Dünyanın kralı insanlığın kaderini yönetenlerin, hükümdarların ve idarecilerin tümünün de düşünceleriyle bağlantılıdır. Onların niyet ve fikirlerini bilir, bunlar Allah’ın takdirine uygunsa, cihan hakimi bunları görünmeyen yardımları vasıtasıyla destekler.”

Evet, bir diğer araştırmacı Rene Guenon, tanıyacaksınız bu şahıs daha sonra Müslüman olmuştur, Abdül Vahid Yahya olarak isim kullanmaktadır. Bu şahsın asıl misyonu, Batı Gnosu, Batı Gnostik bilgileri ile Hint Mistizmi’nin bir sentezini yapmaktır. Bu uğurda hemen hemen bütün dünyayı gezmiş, bir çok dinleri, felsefeleri incelemiş bu noktada Agarta gizemiyle de temas etmiş ve Agarta konusunu yani Agarta ‘nın dünya okült yönetimindeki hakimiyeti ve işlevi konusunu Kabaladaki ve Ezoterik Hristiyanlık’ta ki Metatron denen kavramla birleştirmiştir ki buna uzun şekilde girmeyeceğim.
Ayrıca bir diğer kaynak gene teozofinin kurucusu Helena Petrowna Blavatsky, Agarta konusunda kitaplarının bir çok yerinde bahsetmiştir. Ayrıca Agarta konusunda yaklaşık sekiz on tane araştırmacı da çeşitli vesilelerle bilgiler aktardılar. Onların isimlerini sizlere sunuyorum : Jacques Weiss, Serge Hutin, Frida Wion, Richard Chanfrey, Robert Charroux, Peter Kolosimo, Nicholas Roerich, Andrew Thomas, Kut Humi.

Şimdi bizlerin sizlere sunduğumuz bilgilerin kaynakları temel olarak bunlardan kaynaklanmakla birlikte bunlara ilaveten burada bazı özel bilgilerin de nakledileceğini ifade ederim. Bu okuduğum kitapların tamamı okunup incelenmeye açıktır ve konunun ciddiyetini zannediyorum kavramak için yeterlidir. Fakat tüm bu kitaplardaki ifşaatlara rağmen inisiyasyon ve gizlilik hala vardır çünkü bu, bilginin kendi yapısından kaynaklanmaktadır. Bilgi ancak hak edene gider yani herkes layık olduğu hitaba muhatap olur. Bu bilginin enerjetik yapısı ile ona muhatap olan varlığın enerjetik yapısındaki ahenkten, senkronizasyondan kaynaklanmaktadır. Şimdi kendilerini belli bir program ve icap gereği geri çekmiş olan bu bilgelik üstatlarının yani bu Agarta üstatlarının, Kali Yuga’nın veya demir çağının yani içinde bulunduğumuz devrenin başlangıcından itibaren inisiyatik bilgilerin, büyük hakikatlerin yitirilişinden itibaren, yer kürenin en gizli bölgelerine çekmiş bulunan bu ruhun prenslerinin, gerçek kralların, beşeriyetin gerçek okült rehberlerinin, bu Kaliyuga dediğimiz devrenin sona erişiyle birlikte, bulundukları ölümsüzler ülkesinden (buda tabii ki sembolik bir ifade) geri dönerek yeryüzüne çıkacakları ve alenen dünya beşeri ile temas edecekleri birçok antik tradisyonlarda bildirilmektedir.

Agarta devleti, büyük Himalaya dağları altındaki devasa doğal ve yapay yer altı galerilerinde bulunan bir inisiyatik merkezdir. Dışsal abideyi teşkil eden Himalaya dağları Agarta ülkesi için adeta bir piramit vazifesi yapmaktadır, yani içi piramit gibi forme edilmiştir. Bundan dolayı yani piramitsel formun getirmiş olduğu çok büyük bir enerji konsantrasyon merkezi durumundadır Agarta. Şimdi piramit formundan biraz bahsetmek istiyorum. Piramit formu kozmik bir formdur yani gelişigüzel yaratılmış bir form değildir. Özellikle okült ve astrolojik bilgilere göre dünyamıza çeşitli yıldız sistemlerinden, yıldızlardan ve gezegenlerden bir çok tesirler ve enerjiler gelmektedir. Bunlardan biri de piramitle bağlantılı olduğu için ifade ediyorum, Satürn planetinin çevresindeki kuşaklardan veya o alanlardan yayılan büyük iyon dalgaları veya manyetik fotonlardan dünyamıza gelen tesirlerdir. İşte piramit formu bu enerjileri toplamakta, orijinal formundan dolayı bünyesinde toplamakta, biriktirmekte ve kullanıma sunmaktadır. İşte bu yüzden Agarta ‘ da yaşayan varlıklar organik yapı olarak hem daha uzun yaşayabilmekte, hem daha sağlıklı kalabilmekte, hem her türlü bunun getirdiği avantajı kullanabilmektedirler.

Agarta veya Agarti sözcükleri Sanskritçe de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği anlamlarına gelmektedir. Dünyanın yer altı sistemlerinin merkezi Agarta böylece Asya nın göbeğinde yer altı tünelleriyle dünyanın hemen hemen her noktasına, kıtaların ve okyanusların altına uzantıları bulunan uçsuz bucaksız bir yer altı devleti olarak bulunmaktadır. Dünyasal beşeri evrimin ve yeryüzünün gelip geçmiş nice medeniyetlerinin tüm genel evrim sefahatlerinin ve onların tüm genel bilgilerinin, yaradılışın, ruhun ve tekamülün evrensel bilgilerinin ve her türlü maddesel bilimin kayıtları Agarta da mevcuttur. Özellikle kadim Mu ve Atlantis’ in tüm bilim ve bilgeliklerinin dünya planetinin başlangıcından son anına kadar tüm akaşik kayıtlarının ki bu kayıtları her an inceleme olanağına sahiptir Agarta üstatları, tüm bu kayıtların tamamı Agarta nın kilometrelerce uzunluğundaki kütüphanelerinde, ki milyonlarca kitaptan meydana gelmiştir, mevcuttur. Böylece Agarta üstatları dünyamızda yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bütün hadiselerin hem kronolojik gerçek akışı, hem iç yüzü, hem bilinen hem de bilinmeyen sebepleri hakkında daima bilgi sahibidirler. Agarta bu devasa bilgi hazineleriyle, doğu tradisyonlarında ifade edildiği gibi bir üniversite, bir sinarşi üniversitesi, bir evrensel bilim araştırma merkezidir. Sinarşi, anarşinin zıddı olan bir kavramdır. Tam anlamıyla barışı ifade eden bir kelimedir. Ezoterik öğretiler, Agarta ‘nın hakimini, dünyanın kralı rütbesiyle anarlar. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral ile birlikte bütün dünya beşeriyetinin genel ve özel evrimsel gidişatı üstünde etkin rol oynar. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır. Bu sembol kadim Mu ‘dan kaynaklanan çok orijinal bir semboldür. Bunu kısaca çizmek istiyorum. Gamalı haç sembolü biliniyor ama çıkış olarak bu güneşi ifade eden kadim bir semboldür, dünyanın tanıdığı en eski semboldür ve burada güneş veya bu daire, Mutlak Yaradan’ın monoteistik sembolü idi. Şimdi bu sembol yaradılışın ve oluşumun bilgilerini anlatmak için gelişmeye başladı ve ikinci aşamada şu hale dönüştü. Bir haç oluştu içinde, bu haç yaradılışın dört kuvvetini sembolize eder ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Sembol daha da gelişerek şu hale geldi yani yaradan enerjiden, asıl enerjiden kendini dışarıya doğru çıkarttı anlamına geliyor bu sembol. Bakın dairenin dışına taştı dört enerji veya dört elementi de sembolize eder, dört ana yönü de sembolize eder, bunlara Mu ‘nun kutsal sembolleri konusunda değinmeye çalışacağım daha geniş olarak. Bu sembol biraz daha gelişince şu hale geldi, yani bunların ucuna ilmik dediğimiz ekler kondu böyle oldu o zaman. Bu hareket, bu ucuna konan ilmikler enerjinin faal hale geçtiğini, hareketin başladığını ifade ediyor. Böylece gamalı haç denilen ve Mu ‘nun orijinal sembolleri olan Agarta’ nın da benimsediği ve daha sonra II. Dünya savaşında Nazilerin de ancak tersini çevirip kullandıkları haline gelecektir.

Mu ve Atlantis medeniyetlerinin kademeli olarak batışları ve özellikle son batışla birlikte ve yeni dünya devresinin genel programı gereği bilgi ve bilgelik giderek kendini geriye çekerken spiritüel üstatlar ve bir kısım seçilmiş halk Himalayalar’ ın altındaki doğal ve yapay yer altı galerilerine yerleştiler. Ve ilerleyen bin yıllarda Agarta merkezi Agarta ve Şambala olarak ikiye ayrıldı ve Şambala Gobi bölgesinde dünyanın fizik ortamının ikinci eter katmanına yerleşti.

Ve bu geliştiricilik ve yetiştiricilik misyonu,(Sambala) için de söz konusudur. Hem Agarta hem de Şambala dediğimiz iki merkez ve bu merkezlerin yüksek hiyerarşileri ve asıl inisiyeleri dünya dışından gelen ve yeryüzü beşeriyetine çeşitli bilinen ve bilinmeyen kimliklerde rehberlik eden kozmik öğretmenlerdir. Dünya Rab Mekanizması’nın fizik ve eter katmanları üzerindeki iki görev merkezi olarak hizmet veren Agarta ve Şambala merkezleri, beşeriyetin evrim olayında son derece yüksek, önemli ve kutlu işlevleriyle birer ışık ve rahmet merkezleri olarak, Rabbin fizik dünya üzerindeki iki elidir. Bu ellerin kudret alanında yeryüzünün tüm ülkeleri ve beşeriyetin tümü bulunmaktadır.

Yaradılış enerjitik olarak ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. En katı bölümüne, litosfer dediğimiz taş küre bu yedinci enerjitik seviyeyi ifade ediyor, altıncı enerjetik katman ondan süptil olan hidrosfer dediğimiz sıvı bölümü, dünyamızın üçüncü bölümü veya katmanı atmosfer dediğimiz gazların teşkil ettiği bölüm ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız, yani bizim donanımlarımızın, fizik beş duyumuzun algılayamadığı dördüncü eter, üçüncü eter, ikinci eter ve birinci eter dediğimiz enerjetik katmanlar gelmektedir. Bu birinci eter dediğimiz katmandan itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjetik katmana bölünmüştür. Buradan yukarıya doğru sonsuz bir gidişe sahip olan bir enerjetik katmanların anlatım şekillerinden biri. Bu anlatıma bağlı olarak Agarta merkezi şurada göstermeye çalıştığım gibi

Dünyanın fizik küresi içerisinde bulunmaktayken, Şhambhallah dediğimiz enerji merkezi veya inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır, mesele budur. Şimdi, Şambala’ nın misyonundan biraz daha bahsetmek istiyorum, bu daha ziyade dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Eşya bilimini, ruhun bilimine hakim kılmak ister ve bu uğurda ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Ve gerektiğinde şiddete de baş vurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların endüklemesi, onların esinlendirmesi ve onların muhayileleri sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan ki bu devrenin özelliğine uygundur bütün bu faaliyetler Şambala’ nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Şambala ve Agarta’ yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitif, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu biraz yanlış anlaşılmıştır yani bir karşı kutup şeklinde değil. Şambala faaliyetlerini Agarta dan ayırmış ve geleneklere göre de İsa’dan önce üç bininci yıllarda bu iş olmuştur. Kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir mihraktır. Kendisi de kozmogonik bir varlık olan dünyanın, Agarta, sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına hitap ederken veya tekabül ederken, Şambala, dünyanın tepe çakrasına tekabül etmektedir. Birisi Tanrının sevgisini yeryüzünde sunarken, diğeri Tanrının iradesini yeryüzünde sunmaktadır. Yani meseleyi bu şekilde ele alırsak bunların asla birbirinin zıddı olan iki kutup olmadığını anlarız.

Şimdi bir de ışınlar konusu var kısaca buna da değinmek istiyorum. Bilgi yada logos yada bilgi enerjisi sistemimizde yedi büyük ışın yada yedi büyük enerji tarzında tezahür etmektedir.

Bunların ilk üçü bu sistemin ana enerjilerini yani isteği, hizmeti ve aktiviteyi oluştururken diğer dört enerji daha tali konumda kalmaktadır. İşte bu ışınların, bu enerjilerin odaklandıkları asıl astronomik sistemler gerçek astrolojinin konusunu teşkil etmektedir. Eldeki bilgilere göre herkes adeta bu yedi enerji akımına ayarlanmış durumdadır veya uyumlanmış veya sabitlenmiş durumdadır. Ve bir insanı anlamanın en iyi yolu o şahsın kişiliğinin hangi ışına ait olduğunu bulup çıkarmaktır. Şimdi eldeki bilgilere göre birinci ışın yeryüzündeki insanlara yani ona bağlı olarak faaliyet gösteren insanlara varlıksal yapının okültist, aksiyoner, başlatma iradesine sahip olan, kudreti, gücü, isteği, amacı sunmakta ve kaynak olarak yani astrolojik kaynak olarak veya kozmogonik kaynak olarak Büyük Ayı Takım Yıldızı’ndan, tesir almaktadır. Sırası geldiğinde bu konuda Tevrat ta da bilgiler var yani “Dübb-i Ekber’i bağlayabilir misin?” mealinde orijinal ifadeler geçiyor, zannediyorum bunlarla ilgilidir onları da konuşmaya çalışacağız. İkinci ışın, Pleades takım yıldızı veya Ülker takım yıldızı dediğimiz hatta bizde Yedi Kandilli Süreyya diye de geçer, bundan esinlenmektedir, buna bağlı olan varlıklarda yaşamlarında orijinal görev olarak sevgiyi, hikmeti, merhameti, birleşme iradesini, inisiyasyonu ve şuur genişlemesini tezahür ettiriyorlar. Üçüncü ışın dediğimiz ışın, Büyük Köpek Takım Yıldızı’ndan ve Sirius’ tan esinlenmektedir. Buna bağlı olan varlıklar düşünceyi, zekayı, anlayışı, yaratıcı zekayı, uyum sağlama yeteneğini, majisyen ve evrimleşme isteğini tezahür ettirmektedirler. Üçüncü ışının alt ışınları olarak, dördüncü ışında uyum sağlama iradesi, beşinci ışında somut bilgi ve bilim, altıncı ışında idealizm, soyut kavramlar, kendini adama, inanç gücü, sebep olma iradesi ve yedinci ışında da grup bilinci, organizasyon, disiplin, kendini ifade etme iradesi, tiyatral ritüelleri insanların karşısında başarıyla sunabilmek ve maji. Tabi burada maji kelimesini büyücülük anlamında değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve ilahi irade yasaları yönünde kullanmak anlamında kullandığımızı ifade ediyoruz.

Buna bağlı olarak Şhamballah misyonunun dünyada özelikle son yıllarda en büyük etkinliğinden biri olan İkinci Dünya Savaşı’ndan biraz bahsetmek istiyorum. Hitler Almanya’ sı gerçekte bütünüyle majik bir gruptur. Adeta majik bir alandır. Beşyüz kişiyle devleti ele geçirmişlerdir, yani Nazi partisi beşyüz kişiyle devleti ele geçirmiştir. Bu normalde mümkün olan bir olay değildir ve Hitler Almanya’ sı gerçekte Sovyetler Birliğini hedef almıştır ve ana hedef yani gizli hedef, gerçek hedef Sovyet Rusya da reenkarnasyonlar yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışçı Hiperboreen enkarnasyonları daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Böyle kozmik bir savaş var aslında. Dışarıdan gözüken, devletlerin didişmesi gibi gözüken savaşın altında böyle enteresan bir kozmik mücadele yatmakta. Çünkü barışçı ve ruhun biliminin dünyaya egemen olmasını sağlayıcı yöndeki faaliyetler bu dünyanın, bu devredeki genel evrim gidişi için bir çatışma yaratmaktadır. Bunları ileriki konularda geniş olarak anlatacağım şimdi kısa geçmek durumundayım. Ana hedef budur.

Şimdi İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru bir zamandayız. Tahrip olan bir Nazi karargahında yıkıntılar arasında oniki Tibet’ li rahibin cesedi bulunuyor. Bu duruma, o yıllarda, o keşmekeşte hiçbir anlam verilemiyor. Zaten kimse bunu düşünecek durumda da değil. Evet, Nazi’ ler Şhambhallah ile ilişki içindeydiler. Bu arada, Hitler in ve Nazi partisindeki özellikle Thule Grubu’ndaki varlıkların hepsinin çok disiplinli birer vejetaryen olduklarını da belirtirim. Şimdi her şey Thule efsanesi ile başlıyordu. Thule Efsanesi’nin kökeni, kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. Bu da Nazizmin temelini teşkil etmektedir. Bu efsane altında birleşen bir grup Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Dietrich Eckart, Thule Tarikatı’nın temel efsanesini şöyle açıklıyordu : Thule’ nin tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya’ yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Nazizmin temelini oluşturmaktadır, yani ezoterik Nazizmin, bilinmeyen Nazizmin. Biz burada her şeyin bilinmeyeni ile meşgulüz, yani görünen ve bilinen Nazizm var, bilinmeyen ve görünmeyen Nazizm var. Şimdi onunla meşgulüz. Gizli Thule tarikatı üyeleri arasında Rudofh Hess tarihten bilinen, Karl Haushofer , Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi isimler bulunmaktadır. Özellikle Karl Haushofer’ in ve Adolf Hitler’ in birtakım paranormal yetenekleri olduğu bilinmektedir. Örneğin Karl Haushofer ileri derece prekognisyon yeteneğine, yani geleceği önceden bilme yeteneğine sahipti. Öyle ki düşman güçlerinin saldıracağı saati, bölgeleri, hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar koordinatlarını bile önceden haber verebiliyordu. Bunların hepsi çağdaş ve klasik yani bilinen konvensiyonel kayıtlarda mevcuttur. Dahası hakkında hiçbir şey bilmediği ülkelerdeki siyasal gelişmeleri de önceden tahmin edebiliyordu. Örneğin Hitler o dönemdeki Amerikan başkanı Franklin Roosvelt’ in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir bu da kayıtlıdır. Hitler’ in bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler’ in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, böyle mekanda otururken, bir çok varlıktan söz ettiği yine kayıtlara geçirilmiştir. Hatta Hitler’ in bu noktada şizofreni olduğundan bile şüphe edilmiştir. Bu arada yine Hitler meydanlarda ve radyolarda yaptığı konuşmalarda ses majisi denilen bir tekniği uygulamaktaydı. Ve böylece geniş halk kitlelerini süratle etkisi altına alıp yani obsede edip kendi alanına bağlıyor ve onları adeta taparcasına kendisine ve Nazizme biat ettiriyordu. Televizyonlarda hatırlıyorsunuz on binlerce kişinin Heil Hitler deyişini ve şuursuzca olan faaliyetleri. Bu arada Karl Haushofer’in Hindistan da, Japonya ve Tibet te uzun süre okült çalışmalarda bulunduğu ve inisiyasyondan geçtiği de gene bazı kayıtlarda mevcuttur. İşte bu arada az önce ifade ettiğim gibi Nazizm, Haushofer ‘in Hindistan da ki çalışmaları esnasında esinlendiği bu gamalı haç sembolünü ters çevirip kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bu sembol, bu kadim sembol, Cengiz hanın yüzüğünde de mevcuttur. Cengiz hanın bir metal yüzüğü vardır, çok meşhur, o yüzükte de aynı sembol bulunmaktadır. Bunu bilen bilir.

Şimdi Agarta’ ya devam edelim. İlk verilen bilgilerde bu devlette yaşayanların nüfusunun yirmi milyon olduğu söylenilmekteyse de bugün bu nüfusun kaç kişi olduğu bilinmemektedir.

Yirmi milyon dediğimiz, o sayıya biz de bağlı kaldık, Dwija ve Yogi’ ler, bunlar Agarta inisiyatik hiyerarşisinin en dış halkasını teşkil ederler, onlar Agarta’ nın simetrik olarak bölünmüş dış bölgelerinde yaşarlar ve Agarta halklarının kendilerini temsil ederler. Bunların üstünde beş bin Pandita veya alimler vardır, eskiler buna ilmiye sınıfı tabir ederler bunların görevi temel eğitim ve öğretimi halk kademelerine sunmaktır. Bunların üstünde 365 Bhagwanda ‘nın meydana getirdiği Yüce Meclis Dairesi gelir. Sonraki daire 36 kişiden meydana gelir. Hiçbir kayıtta bunların ismini bulamadığım için buraya koyamadım, 36 kişinin meydana getirdiği bir grup daha ve onların da üzerinde yüksek inisiyasyonu temsil eden oniki ulu inisiyasyon azasından meydana gelmektedir. Bunlara 12 Büyük Maj Yeşiller de denmektedir. Ve nihayet bunlarında üstünde iki yardımcısıyla dünyanın kralı Brahitma veya Brahatma veya bunları yan yana da koyabilirdik böyle üçgen bu şekil güzel olsun diye böyle yaptım aslında bu yanlış Mahitma ve Mahingayı yan yana koymak gerekiyor. Dünyanın kralı Brahitma ve iki yardımcısı rahip kral Mahitma ve Mahinga gelmektedir. Ve böylece Agarta’ nın bu hiyerarşik dizilişi bir Yüce İdare Mekanizması’nın görev ve fonksiyonunu fizik planda ifade etmekten ibarettir veya temsil etmekten ibarettir.

Şimdi bazı ezoterik bilgileri sizlerle paylaşmak durumundayım. Bu oniki Maj hakkında biraz konuşmak istiyorum. İsa Peygamberin Beytlehem’de dünyaya geldiği zaman, üç maj tarafından ziyaret edildiği bildirilmektedir. Bu hikaye klasik, kanonik dediğimiz İnciller’de mevcuttur. İşte İsa Peygamber’i ziyaret eden üç maj, aslında bizdeki bilgilere göre Agarta’ dan ve bu oniki Maj Yesiller Grubu’ndan gelen üç üstat idi ve orada İsa henüz doğmuşken, İsa’ ya orijinal görevini bir kez daha hatırlatmışlardı. İsa peygamber doğumu ve gelişi itibariyle çok özel bir varlıktır. Onun en büyük kavli veya ahdi, doğmadan önceki şuur halini doğduktan sonrada taşıyacağı yolunda idi ve onun dünyayı yendim ifadesi bu yönde anlaşılmalıdır. Yani İsa peygamber dünyanın maddesel yapısının veya kozmik yapısının doğumla birlikte yol açtığı unutma vetiresini, örtme vetiresini, kapatma vetiresini kendi gücüyle yenmiş bir varlıktır. İsa peygamberin Kuran da ana karnındayken ve doğduğu anda insanlarla konuştuğu yazılıdır. Yani o enkarnasyon üstadı ulu varlığın, fizik sisteme, fizik bedene ne derecede hakim olduğunun bir ifadesidir bu. Ayrıca bu üç maj, İsa peygambere bu hatırlatma görevini yapmıştır ve hatta O’ nu kutsamış bir takım hediyelerde getirdiği ki onların hepsi semboliktir ifade edilmektedir. Şimdi bu on iki maj ile ilgili olarak bir bilgimiz daha var onu da paylaşalım sizlerle.

En büyük Majlar’dan birisi de Muhammed peygamberdir. Çok seneler evvel, yani bir peygamber tarzında, orijinal bir misyonla doğmadan evvel, orijinal bir misyonu ifa etmeden evvel, Agarta’ da bu oniki Majdan, bu oniki üstattan birisi olarak yaşamıştır. Ve Sirius Kültürü’nü, Mu’ dan sonra ikinci kez beşeriyete lütfedilmesi için çok büyük çaba harcamıştır. Şefaat meselesini bu yönden de ele alabiliriz. Kendisi gerçekten büyük bir efendidir. Yani bu kozmik bağlantının, bu müthiş devasa kültürün, bu Sirius Kültürü’nün yeryüzüne getirilmesi için yapmış olduğu büyük çalışmayı şefaat konusu olarak ele alabiliriz. Ve orada kendisi bu büyük şefaat için çok büyük bir ruhsal yayına başlamıştır. Aşağı yukarı 120 yıl boyunca yeryüzüne ikinci kez verilecek olan Sirius Kültürü’nü Agarta da bizzat kendisi planlamıştır. Neyi, ne kadar, ne ölçüde ve ne zaman ifade edeceğini bizzat kendisi planlamıştır. Bu arada dünyanın akaşasını da tetkik etmiştir yani insanların bu Siriusyen kültürle uyumları, Mu dan itibaren 200.000 yıl önceden insanların bu kültürle uyumları, tepkileri, nerede problem çıkar, nerede çıkmaz gibi bütün araştırmaları yaptıktan sonra bu konudaki hesabını kitabını yaptıktan sonra dezenkarne olmuştur. Daha sonrada orijinal bir misyonla peygamber tarzında doğup yeniden bu işi ifa etmiştir. Bu kültürün sembolü kara taştır. Yani kara taş kültü olarak devam etmektedir. Karataş bugün Kabe’ de, hala Kabe’de bulunan Hacer-ül Esved dedikleri, herkesinde öptüğü o siyah taştır. Hacca giden herkes aşağı yukarı bunu öpmeye çalışıyor. Şimdi, Muhammed peygamber Kabe’ deki bütün putları yıktığında veya kırdığında, o dönemde bir put gibi kendisine saygı gösterilen ve özen gösterilen bu taşa dokunmayarak, onu muhafaza etmiştir. Bunun mutlaka bir nedeni vardır, bilerek yapılan bir şeydir bu ve bu taş Sirius Kültürü’nü sembolize eder. Kaynak olarak ta Satürn’ den geldiği ve bu taşın eskiden çok büyük bir manyetik güce sahip olduğu ifade edilmektedir yani sistem buna çok büyük bir manyetik güç yüklemiştir. Bugün kristallerle uğraşanların, kristallerle şifa yapanların ve kristal teknolojisini az çok bilenlerin bu taşlara nasıl bir güç yüklenebileceğini bildiklerinden yola çıkarak bir misal olarak bunu verdim. Bu taşın böyle bir özelliği de vardır. Hatta bir bilgiye göre Sufiyun onun dünyaya geldiğinde aslında bembeyaz olduğunu, fakat dünyanın ve insanların halinden dolayı utancından kapkara kesildiği yönünde de bir ifade kullanmaktadır ama bu sembolik de olabilir. Böyle bir bilgiyi de nakledeyim, bende kalmasın.

Şimdi ezoterik bilgilere göre bu Sirius Kültürü, Satürn ve Venüs aracılığı ile gelmiştir. Ve hatta şöyle bir bilgi de var. Muhammed peygamberin Satürn’deki bilgelerle de bu konuyu tartıştığı, münazara ettiği de ifade edilmektedir.

Bu arada İslam da yeşil rengin kutsal olduğu bilinmektedir. Bu yeşil nereden gelmektedir diye bir soru yönelttiğimizde, hatta İran minyatürlerinde de Muhammed peygamberin yüzü yeşil peçeyle örtülü olarak resmedilmektedir. İşte bu yeşilin de asıl dayandığı ilk hatıranın Agarta da ki Maj Yeşiller Grubu olduğu ifade edilmektedir.

Geleneksel olarak Agarta’ nın altı girişi bulunmaktadır. Himalaya kapısı, Gobi kapısı, Saint Michel’ deki kapı, Batı Fransa da Bretagne’ daki Brocéliande Ormanı’nda yer alan eski kent, Néant Partius’ daki kapı, Gize’ deki Sfenksin pençeleri arasındaki kapı (ki buradan girilip inisiyatik merkeze ulaşılıyor idi, o zaman) ve Tibet kapısı. Tabi şimdi bu kapılar öyle gidildiğinde çalınıp açılacak tipte değil. Bir takım majik yasalarla gizlenmiş durumda. Size bir misal vereyim. Önünden belki otuz sene gelip geçtiğiniz duvar ve duvar olarak geçtiğiniz bir mekan siz enerjetik seviyenizi yükselttiğinizde size bir kapı olarak gözükmektedir ve o kapıdan dalıp gidiyorsunuz, böyle anlayın. İşte böylece Agarta Konseyi, yeryüzündeki beşeri evrimi fizik düzeyden denetleyip, gözetlemek, etkilemek ve taleplere göre yönlendirmek gibi işlevlere sahiptir. Agarta inisiyeleri nadiren kendi bedenleri ile ve genellikle de enkarnasyon yoluyla yer üstü beşeriyetinin aralarına girerek geliştirici ve yükseltici vazifelerini yapmaktadırlar. Bir çok peygamberler, filozoflar, bilim adamları, liderler, sanatçılar, bilinen ve bilinmeyen ve kimlikleri çoğu zaman saklı üstatlar ve vazifeliler Agarta ‘ da bu mürşitler odağında inisiye olmuşlar, özel eğitim ve himaye görüp beşeriyete rehberlik etmişler ve etmeye de devam etmektedirler. Böylece inanılmaz bilimler ve kudretler merkezi inisiyelerince fizik ve psişik yetenekleri olağan üstü gelişmiş, maji biliminin hayır yolunda kullanılımının bütün inceliklerine sahip olan Agarta, özellikle son elli bin yıldan beri bütün dünya beşer varlıklarının evrimsel gidişatına çok çeşitli yardımlar yapan bu yüce inisiyatik merkez, yeryüzüne tam olarak hadim olabilen ve tasarruf edebilen ve beşeriyetin gelişim programında pek azı bilinen ve çoğu kez de bilinmeyen sürekli gelişim ve yardımları ile Tanrı’nın arslanlarının gizli yatağıdır.

Agarta veya Agarti, bilgisini, felsefesini, ahlakını ve dini materyalini ve bilimini doğrudan doğruya Mu’dan ve kısmen Atlantis’ten almıştır. Yani Güneş Kültürünün bir devamıdır diyebiliriz. Güneş, az önce değindiğim gibi Mu’ da Tek ve Mutlak Tanrı’nın monoteistik sembolü idi. Agarta’ nın asıl misyonu Mu’ nun vahye dayalı Siriusyen Bilgileri’ni muhafaza etmek ve bunları nesillerden nesillere aktarmak, öğretmek böylece geliştirme misyonunu sürdürmekti. Böylece Agarta yaklaşık elli bin yıldan beri Mu kültürünü, dinini, ahlakını ve bilimini hemen hemen değişik görünümler ve kisveler altında fakat hep aynı kökene ve hep aynı orijine, aynı ana kültüre bağlı kalarak aynı hakikatleri nakletmiştir.

Bu arada Hindistan da ki kutsal nehir Ganj ‘a da değinelim. Ganj nehri niçin kutsaldır? Niçin insanlar Ganj ‘a girip yıkanırlar, bundan ne umarlar? Bunun üstünde biraz durmak istiyorum. Şimdi manyetik şifa ile meşgul olanlarınızın bildiği gibi suyun tesir taşıma, tesir tutma ve tesir nakletme özelliği vardır hatta manyetik şifacıların suya tesir yükleyip daha sonra o suyu bir hastaya içirdiklerinde manyetik tesirle yüklenmiş sudan şifa buldukları bir çok deneylerde kanıtlanmış bir gerçektir. İşte Agarta bilgeleri dünya insanının üzerindeki çalışmalarında her türlü imkanı, her türlü ne buldularsa kullanma adına Ganj nehrine de böyle bir tesir yüklemişlerdir. Yani Ganj nehri o zamandan itibaren bu kültürü, bu tesiri, bu bilgiyi bünyesinde taşımakta olan bir manyetik nehirdir. Bunun içine girmek halk arasında kutsal vasfını bundan dolayı kazanmıştır, bunun içine girmek, bunda yıkanmak adeta o bilgiye kavuşmak, ona temas etmek, ona dokunmanın bir özlemi olarak gerçekten de bu yönde hizmet görmüştür. Ve bugün artık mikrop yuvası halindedir ama hala bu gelenek devam etmektedir.

Şimdi,ezoterik bilgiler dünya beşeriyetinin eğitim ve öğretim ana programının Sirius Kozmik Kültür Merkezine bağlı olduğunu bildirmektedir demiştik ve bilgilerinde hiyerarşiye bağlı olarak ve kademeli olarak önce Satürn’ e oradan da Venüs’ e intikal ettirildiğini de ifade etmiştik. Şimdi buraya şu bilgiyi de ilave etmek istiyorum. Aslında iki Agarta var, bir Agarta yok. İlk Agarta, bundan seksen bin yıl önce Venüslü kültür temsilcileri tarafından, bunlara okült bilgilerde Alev Senyörleri de deniyor, bunlar tarafından Gobi’ de, Gobi’ de ki Beyaz Ada’da kurulmuştur. Ve o çağlardaki ismi Agarta değil, Ayodyha (Güneş Kenti) veya Paradeşa bu Paradeşa zamanla Paradi, Paradis yani cennet kavramına gelmiştir. Gobi de kurulmuş bir inisiyasyon merkezi idi. Tarihi günümüzden yaklaşık seksen bin yıl gerilere gitmektedir. Ve asıl amacı o çağlarda yaklaşık seksen bin yıl önce görevi yüklenebilecek olan Mu insanlarına, Mu bilgelerine, Mu rahiplerine veya Mu hiyerarşisine bu Sirius Kültürünü intikal ettirmekti. Esas misyon buydu ve bu misyon bin yıllar boyunca devam ettirilmiştir. O dönemde bu merkezi teşkil eden soy, Venüsyen soy, Venüsyen bir ırktı ve köklü ve nesillerden nesillere intikal eden orijinal saf bir soydu. Ve bu nesil kendi bünyesine dünyadan hiçbir varlığı almayarak orijinal genetik vasfını korumuş, belli yıllarca korumuş ve misyonunu devam ettirmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda özellikle bizim devremizin başında beşeriyetin genetik yapısının yükselmesi açısından dünya insanlarıyla da eşleşmeler yapılmıştır. Bu bilgi Tevrat’ta vardır. Tevrat’ın Yaratılış bölümünde (Genesis) “Tanrı oğulları, dünya kızlarından kendilerine eşler aldılar” ifadesi sarih bir şekilde mevcuttur. Ve onlardan çocukların doğduğu da ifade edilmektedir. Bu bağlamda eldeki bilgilere göre Sümerlerin ve Mısırların ilk krallarının Venüs’ lü olduğu ve orijinal Venüs genetiği taşıdığı bildirilmektedir. Bu geleneğin Mısır’ da ki yansıması da hepinizin bildiği gibi Mısır’ da ki kral sülalesinin daima kendi içinden evlendiği, bünyesine halktan birini almadığı şeklindedir. Bizim şu anki bilgilerimize göre akraba evlilikleri biliyorsunuz özellikle bağışıklık sistemi üzerinde çökme yarattığından sakat doğumlara, zeka özürlerine yol açmaktayken bu nesilde böyle bir probleme yol açmamakta idi. Yoksa bütün Mısır Kral Sülalesi geri zekalı olurdu hiç öyle sakat sukat bir firavun gözükmüyor hepsi taş gibi firavun ama tabi zaman içerisinde bunların hepsi dejenerasyona uğradılar ve orası da bu devrenin bir özelliği olarak dejenerasyonla bir sona doğru, bir sönümlenmeye doğru gitti. Şimdi, bunlara Güneş Sülalesi de deniyor ve bunlar Venüslü varlıklar daha sonradan dünya insanlarından da doğdular ve genellikle Aryenlere enkarne olarak mücadelelerini bu yolla devam ettirdiler. İşte çok sonraları bu merkez Mu ve Atlantis’ in kademeli batışlarıyla birlikte Himalayalar’ ın derinliklerine doğru çekildi ve bugün bizim söz konusu ettiğimiz okült, gizli Agarta merkezini meydana getirdi. Böylece Agarta ‘nın kuruluşunu ve faaliyetlerini, bu Güneş Sülalesini de bu Güneş Kültürünün bir devamı olarak kabul edebiliriz. Yakın çağlara doğru geldiğimizde Agarta’ nın bizlere en büyük faydasının özellikle son tufandan sonraki insan neslinin tekamül etmesi için onlara dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana getirdikleri mizansenler, hadiseler olarak bakabiliriz. Ayrıca tekamülün ivme kazanması bakımından bir çok sosyal, askeri, kültürel, dini ve tarihte geçen ve geçmeyen tüm hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta bilgeleri mevcuttur. Ve tabiki Şambala güçleri. Bu arada büyük önder Atatürk’ ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğunu da bildirmek isterim. Agarta’ nın faaliyetleri yani bu son devredeki, bizim devremizdeki faaliyetlerinin aşağı yukarı Tevrat’ ta anlatılan olaylar, bunlar Musevi takvimlerine göre sekiz bin yıl gerilere gidiyor, Mısır’a da bağlı bu, yani tahmini on altı bin yıllık geçmişte çok aktif faaliyetleri gözükmektedir ve özellikle daha önceki faaliyetleri bir kenara bıraktığımızda on altı bin seneden beri yani bu neslin atalarından itibaren, bizim atalarımızdan itibaren bu nesli ayıklamak, terbiye etmek, genlerini düzeltmek ve özellikle Atlantis’ten intikal eden kötü karmanın ve astral de öbeklenmiş olan negatif düşünce formlarının yok edilmesi için çok büyük faaliyet harcamıştır Agarta, çok büyük mesai harcamıştır. Çünkü bu formpanselerin psişik tesir ve saldırılarına bütün dünya hala maruzdur. Ve bir bilgiye gören Atlantis ‘i batıran on nedenden yedisi bugün Amerika da tezahür etmiş durumdadır. Ve böylece sonuç olarak aslında Agarta ve Şambala her yerdedir diyebiliriz. Eğer insan yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu, idrakli ve bilgili olursa ve bilgece yaşarsa mutlaka bu merkezlerden kendisine gelecek olan tesirlerle kontakt kurabilir, her türlü destek ve yardımı alabilir. Ve işte böylece en gizli mabet olan bu mekan gezegenimizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin güvence altına alındığı bu yer altı ülkesinin destanı muhteşem bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

(113)