Menü

Merkez Bilgi Alanı Vakfı – 06

30 Ocak 2017 - Merkez Bilgi Alanı Vakfı

MERKEZ BİLGİ ALANI VAKFI – 1999
(Kıyam) İdrak ve Şuurda Uyanış Semineri Dizisi: 25 / EKİM / 2002
KONU: A / 03
ZAMAN ENERJİSİ – YARADAN ENERJİ
Konuşmacı: Nurettin ERSOY
İrticalen yapılan konuşmaların kaset deşifrasyonlarıdır.

N.E.: Konuyu biraz daha şematik hale, formel hale, anlaşılır hale getirmek için hazırlık yaptım… Şimdi, bu şema üzerinde ana fikirlerin notları var… Bunlar üzerinde konuşacağız… Zaman enerjisi ile iki ders yaptık… “Zamanın, enerji olarak idraki” meselesi, dünya beşeriyetinin binlerce yıldır varamadığı nihai bir nokta… O kadar zor bir anlayış ki, zaman enerjisinin gerçekten enerji olarak idraki… Bunu tabi önce kabul edip sonra bunun üzerinde derin tefekkürlerde bulunup sonra bu neticeye doğru sonsuz bir yolculuk içerisinde olmak lazım… Çünkü bu, nihai bir idrak asla olmayacaktır… Çünkü sonsuz olan Yaradan bünyesindeki her hangi bir konu üzerindeki anlayış ve idrakler asla nihai değildir… Sonsuz yolculuklar, sonsuz neticeler şeklinde başını alır gider…

Yaradan enerji yaratma eylemine geçtiği anda, kendisini, zaman enerjisi olarak kabul ettiğimiz bir tarza sokuyor ve bizim zaman enerjisi olarak algıladığımız bir enerji tezahür ettiriyor… Onunla yaratmalar meydana getiriyor… Yaradan enerji, zaman enerjisidir… Zamanın enerji olarak algılanması bizim boynumuzun borcu… Elimizden geldiği kadar dünyasal zaman anlayışımızı, enerji ile muhatabiyet şeklinde ve o enerjinin de bizden ayrı olmadığı, bizim, ta kendisi olduğumuz bir enerji olduğu fikri ile yaklaşmamız lazım…

Bu dünya fizik alemine, kapalı devre fizik alemine, olayı genişletiyoruz… Dünya fizik alemi, bunun etrafında astral alemi, ondan sonra çeşitli kesafetler, incelikler ile skala ifade eden bir kapalı devre… Bu kapalı devrenin, var saydığımız bir başlangıçla gelişi… İşte bizler, bu Yaradan enerji olan zaman enerjisinin fizik dünya kesafetine, madde alemi kesafetine giriş noktasında burulduğunu bilmeliyiz… Ve bir olan, tek olan, süptil olan (titreşimi çok ince, yüksek frekanslı olan durum) sonsuz olan, girift olan (ki bu iki kavramı çok ciddi ele almamız lazım) Yaradan hakkında eğer biz binlerce yıldır insanlığa verilen bilgilerin dışında, o bilgilerin getireceği anlayışlar dışında, çok derin, çok kapsamlı bir anlayış elde etmek istiyorsak, sonsuzluk ve giriftlik anlayışımızı ciddi şekilde geliştirmemiz lazım… Sınırları zorlayıp anlamamak, Tanrı hakkında, Yaradan hakkında bir anlayışı ufak ufak yakalamak demektir…

Tanrı, anlamamak üzere mevzu edilir… Yaradan bünye, sonsuz olan, sonsuzdaki bir başlangıcı esas alarak bu Yaradan enerji bünyesi, anlamamak üzere ele alınır… Anlamak üzere o konuya temas etmek çok büyük bir yanılgıdır… Ve buradaki cümleleri tek tek ele alalım… Dünya fizik alemine girmeden önce birdir, tektir, sonsuzdur, girifttir, süptildir, objektif olandır yani dualiteden arınık, subjektiviteyi daha henüz oluşturmamış, bireysellik, ferdiyet dahi olmayan bir ortam burası, objektif… İyi- kötü, güzel-çirkin ne varsa onlar daha henüz yok…

Bakın ne diyor ;

“Enerjinin dünya fizik planı birlikteliği, bir üst boyuttan bir alt boyuta burulma tarzındaki geçişler şeklindedir…”

Bu enerjiyi Zaman Enerjisi olarak alıyoruz, dünya fizik planı yani madde kesafeti, aynı enerjinin kendini kabalaştırarak oluşturduğu bir madde mekanı var, bu madde kesafeti ile birlikteliği yani aynı enerji, frekansını kabalaştırıyor, titreşimi kabalaşınca atomsal yapılar meydana geliyor, atom alt yapılarından o atomsal yapılara giriyor, moleküler yapılar oluşturuyor ve her moleküler yapı madde kesafeti, eşitliliğini meydana getiriyor ve dolayısıyla da enerjinin böyle bir dünya fizik planı yani madde kesafeti kabalığında olan dünya fizik planı birlikteliği bir üst boyuttan bir alt boyuta burulma tarzında geçişler şeklindedir…”

Bunun, gerçekten bizim burulma kavramımıza uygun bir ifade mi, değil mi olduğu konusunda şahsen bir fikrim yok… Bizim burulma anlayışımızı kullanmış tebliğ, bir şeyin burulması şeklinde, ben bunu bir enerjinin dönerek girmesi, girdap oluşturması adına kabul ediyorum… Girdap şeklinde madde alemine giriyor… Ve burulmayı da şöyle düşünüyorum ki; bu enerji, fizik aleme gelmeden önceki sahadaki orijinaliteliğini değiştiriyor… O orijinaliteliği ile girmiyor… Yani Yaradan orijinal yapısını değiştirerek fizik alemi, madde alemi ile temas ediyor… Enerjinin dünya fizik plan birlikteliği, zaman enerjisinin teması, dünya fizik planını da oluşturan bu enerji, ama önce o kabalık seviyesini oluşturuyor, ondan sonra onunla temasa geçiyor…Önümüzdeki çalışmalarda, mekan enerjisi ve hayat enerjisi ile tekamül okullarının nasıl yaratıldığı konusunda fikirler oluşturmaya çalışacağız… Tek olan bu enerji kendini mekan enerjisi, zaman enerjisi, hayat enerjisi olarak, kombineler yaratarak önce mekanları oluşturuyor… Mesela dünya tekamül okulu da mekan ve zaman enerjilerinin bir aradalığında gösterilen bir faaliyetle önce zemin meydana geliyor… Uzun bir gelişim, uzun bir tezahürat süreci, zaman diliminden sonra onun üzerine hayat enerjisi dahil oluyor… Zaman enerjisi, mekan enerjisi ve hayat enerjisi dünya tatbikat sahasını meydana getiriyor…

“Enerjinin dünya fizik planda birlikteliği, bir üst boyuttan bir alt boyuta burulma tarzındaki geçişler şeklindedir… Zira tatbikat sahalarının zeminleri bu tarza uygundur…”

Yani tatbikat sahası, dünya fizik plan sahası kaba seviyeli bir maddi yapı olduğu için, titreşimi çok kaba bir yapı olduğu için, çok süptil olan zaman enerjisinin onunla teması burularak meydana geliyor… Bu zemine uygun bir tarz olarak uygundur bu burulma…

“Kapalı devrenin icabı olan bu husus, planınızın dualite imkânını oluşturmuştur… Burulan enerji, illüzyonun baş müsebbibidir…”

“Kapalı devrenin icabı olan” geçen çalışmalarımızda hafıza ortamı diye çok ciddi bir ortamdan söz ettik… Hafıza ortamı… Bu enerji, yaradılış eylemini oluşturmak için, bu hafıza ortamı dediğimiz dünya kapalı devre sistemine evvelde giriyor ve ebette çıkacak… İşte bizim ebette çıkacak olduğumuz bu tezahürat okul sistemi, bizlerin sonsuzluk anlayışımıza uygun bir mesafe oluşturuyor… Aslında kapalı devre, bir saha, hafıza ortamı, bütün buradaki tatbikatların kaydedildiği bir ortam… Bunun adına bazı ifadelerde külli akaşa veya levh-i mahfuz deniyor… Böyle bir hafıza ortamı, kapalı devre, bunun dışı ile, bu hafıza ortamının ilişkisi dünya tekamül okulunun özelliği olarak kesik… Bu mânâda,

“Kapalı devrenin icabı olan bu husus planınızın dualite imkânını oluşturmuştur… Burulan enerji illüzyonun baş müsebbibidir…”

Bakınız, kapalı devrenin icabı olan bu husus dediği, bu enerji kapalı devreye girdiği noktada burulma başlıyor ve dualite başlıyor… Yani bizim dualiteden kurtulmamız veya dualitenin dışında bir realiteyi veya titreşim düzeyini idrak edip yaşayabilmemiz, kapalı devrenin içerisinde bulunan bizler için şimdilik sonsuz uzaktadır… Ve dolayısıyla, hafıza ortamı denilen bu ortam, bizim için sonsuzluk mertebesindeki uzaklıktır… Bu ortamdaki kaydolmuş bilgilerin hepsi, zaten dualitenin sonucu olarak oraya konmuş bilgilerdir… Burada binlerce hatta milyonlarca yıldır dünyada yapılan tatbikatların sevgisinin bilgisi de var, sevgisizliğin bilgisi de var… Negatif kutup tatbikatlarının bütün birikimi de burada, pozitif de burada… Ve dolayısıyla bu sonsuzluk mertebesindeki bir mesafede olan bu kapalı devre hafıza ortamı, dualitenin mevcut olduğu, hatta illüzyonun mevcut olduğu bir ortam… Bizim bunu aşmamız, sonsuz bir yolculuğun beklentisi içinde olmamız gereken bir durumdur… Dualiteden kurtulmak o kadar kolay değil, çünkü niye ? Zaman enerjisi buraya girdiği anda kapalı devrenin icabı olarak burulma meydana getiriyor…

“Burulan enerji, illüzyonun baş müsebbibidir…”

Burada şunu vurgulamam lazım, bu hafıza ortamının illüzyon ve dualitenin faaliyet gösterdiği bir ortam olduğunu söylerken, sanmayın ki, dünyada bizim karşılaştığımız, deneyim ve tatbikat yaptığımız kabalıkta bir illüzyon, kabalıkta bir dualite değil bu… Bu şu anda bizim illüzyonsuzluk ve teklik diye kabul edeceğimiz kadar ince bir illüzyon, ince bir dualite… Şu anda biz bu seviyeden baktığımızda Yaradan’ın tekliği, birliği, dualitesizliği, illüzyonsuzluğu da diyebiliriz… Ama bu bilgiler ışığında burulma, şu noktada başlıyorsa ve burulan enerji illüzyonun baş müsebbibi ise, illüzyon çok ince, şu anda bizim hissedemeyeceğimiz, algılayamayacağımız, illüzyon olarak göremeyeceğimiz ince bir seviyeden başlıyor, duailte ile birlikte geliyor, dünyada, hayat içerisinde yaşadığımız karmaşalar ikilemler ve kandırmacalar, illüzyonlar şeklinde karşımıza çıkıyor…

Misafir: Öze ulaşma, Tanrısallığa ulaşma da aynı anlamda mı..? Öz ve Tanrısallık…

N.E.: Bu konuda, bu sonsuz bir skalatik yapının hiyerarşisi içerisinde, sonsuz bir yolculuk içerisinde siz nereyi algılıyorsanız, sizin o noktanız, Tanrı’ya yolculuk veya Tanrı’da yolculuk şeklinde size ait bir gerçekliliktir… Dikkat ederseniz bizler bu hafıza ortamı içerisinde binlerce yılın birikimi olan bilgilerin muhatapları olarak buradaki her türlü idrakin oluşmasında daha önce buraya konmuş olan bir idraki alırız ve burada tatbikatlara sunar, büyük bir idrak olarak iade ederiz… Ve hafıza ortamını bu şekilde besleriz, idrak mekanizmaları bahsinde bunların üzerinde daha da derin duracağız…

Şimdi Tanrı’ya yolculuk, “dönüşünüz banadır” ifadeleri, çok yakından ve tamamı kavranabilen bir husus olarak ele alındığında, büyük yanılgılara sebep olur… Sanki varlıklar, kontrolleri veya farkındalıkları kapsamına girmiş bir dualite dışı yaşamı veya bir illüzyon dışı yaşamı hemen yaşayacaklarmışçasına bir heves içerisine girebilirler… Bu da zaten buradaki bulunan beşeriyetin muhatap olduğu illüzyonun en ince süptil tarzıdır… Dönüşünüz banadır da herhangi bir mercie ulaşacağız da Yaradanımız’la kucaklaşacağız diye böyle bir yakın ve imkanlıymış gibi bir anlayış, bazı insanları motive etmek açısından dokunulmaması gereken bir anlayıştır… Hiç yıkmayacağız onları, ama biz kendi realitemizde bunun bir süptil illüzyon olduğunu fark edeceğiz… Aslında dönüşünüz banadır ifadesi de dualite ifade eder… Çünkü dönecek olanla dönülecek olan, ikilemi ortaya koyarken, ne yapalım ki, ancak dualite ve lineerlik anlayışı ile tatmin olan bir zihne başka türlü ifade edemezsin…

Dönenle dönülecek olan bir ikili var mı ki, dönüşünüz banadır… Fakat diyeceksiniz ki, bu umutsuz ifadelerle siz, bizim dualite dışı veya illüzyon dışı bir yaşam edinmemiz mümkün değil umutsuzluğunu hissettiriyorsunuz… Böyle de düşünmeyin, bizler bu hakikat bilgileri içerisinde ve sonsuz yolculuk içerisinde dualiteyi ne kadar çok flulaştırır, ne kadar çok baskın etkisini daha zayıf, daha flu, daha az etkin hale getirirsek, bizim için gelişim hatta Yaradan’a yöneliş bu demektir…

Bu seminerin esası, bazı anlayışları alt üst edici niyet de taşıdığı için, biz bilgileri çok fazla da yumuşatmaya çalışmıyoruz…

“Kapalı devrenin icabı olan bu husus” hangi husus..? Bir üst boyuttan alt boyuta girişi bu fizik aleme burulma şeklinde niçin..? Kapalı devrenin hususu bu… Kapalı devrenin gereği… Bu kapalı devreye böyle girince, hemen burulma da baş müsebbibi illüzyonun, dualitenin, şimdi karşımıza ne çıkıyor..?

Enerjinin bu burulması, sonsuz mertebedeki hafıza ortamında dahi çok süptil seviyelerden, sonsuz öncedeki, sonsuz süptiliteden başlayan bir dualiteyi, illüzyonu yaratırken, dünya fizik alemine geldiğinde, mesafe dediğimiz geçmiş – şimdi – gelecek üçlüsü ile karşımıza çıkıyor… Bunun adına da Merkez Yüce Plan tebliğlerinde mesafe deniyor… Ve deniyor ki, zaman enerjisi sizin üzerinizde bir basınç yaratma, bir mesafenin hükmünü oluşturma maksadı güder aynı zamanda… Ve dolayısıyla bizler, zaman enerjisinin üçlü basıncına maruz kalırız… Ne oluyor zaman enerjsi üçlü duruma geçince dünya fizik aleminde burulmadan dolayı..? Sübjektivite oluşturucu, rölativite ve görecelilik oluşturucu bir yapıya bürünüyor… Geçmişe dün, şimdiye bugün veya an, geleceğe yarın diyecek olursak… Geçmiş yani dün, puslu hatıralarıyla bizlerin muhatap olduğu bir zaman dilimi, geçmiş, geçmiş anda idrak olunduysa o artık geçmiş değil şimdidedir… Yani geçmiş eğer o geçmiş de ki anı yaşayabilme fırsatı yakaladıysa, o geçmiş de kalmaz, an içerisinde derhal varlığın idrakine katılır onun şuuru ile birlikte şimdide ona hizmeten orada bulunur… Demek ki, bizler geçmişin puslu hatıralarının deşilmesi ile şimdi de bir randıman bir netice bir yardım almamız mümkün değildir… Çünkü eğer geçmişte ki anda bulunabildiysek, böyle bir beceriyi gösterebildiysek, idrak oluşmuştur ki, o benim varlığıma nakşolmuştur şimdide ki bende o vardır… Tekrar oraya dönmemin bir nedeni, bir gereği yoktur…

Bir varlık herhangi bir tatbikatını, geçmişteki şimdide olan bir tatbikatını yaparken, genelde biyolojik beynin yetenekleriyle veya etkileşimleriyle hadiselerle muhatap olur… Yani biyolojik beynin hafızasında, ki çok sınırlıdır (korteks), ben buna bilgisayarların ön belleği diyorum, bu ön bellekte pratik an içerisinde veya pratik faaliyet içerisinde beşeri hafızamıza onları kaydederiz fakat o kaydedilen bilgiler, varlık tarafından özel bir cehte özel bir faaliyete tabi tutulup da üst şuuruna idrak şeklinde sunulmazsa buna da ben bilgisayarın hard diski diyorum…

Bilgisayar kullananlar anlayacaklar, ön hafızada genelde sizler ana belleğe gitmeden bilgileri süratle alır verirsiniz, eğer onlara kaydet komutu vermezseniz, ana belleğe almadığınız bilgiler, elektrik gittiği anda bütün bilgiler silinir… Çünkü bilgisayarın ön belleğinde yaptığınız çalışmalar, ana belleğe intikal ettirilip hard diske kaydedilmediği sürece, enerjinin kaybolması esnasında gider… Bunun sebebi de, her çalışmamızda bilgiyi hard diske gidip de oradan alıp hep bu diyaloğu hard diskle yapmamak içindir… Yani zaman kaybına neden olacağı için bir ön bellek var, ona rem denir… Sizin çalışmalarınızdaki kısa metrajlı iletişimi sağlıyor fakat o an bir enerji gittiğinde hepsi yok oluyor… Aynen bunun gibi eğer bizler dünya tatbikatlarımız esnasında bize temas eden tesirleri ön bellek niteliğindeki bu beynimizle hıfz edip (korteks) aman unutmayayım, aman bu bellekte saklayayım deyip de derin düşünce bazında bir faaliyet yapmadan yani üst şuura (alt beyin) asıl varlığımıza devretmeden olayı götürürsek, ön bellek bir süre sonra bütün bu bilgileri siler… Buna idrak edilmemiş bilgiler denir ki, bunlar varlığa önce bir şuur açılımı sağlar, varlık sanki şuurlanmış gibi görünür ama kapanır, niye..? Çünkü o bilgileri sindirip ana bellek olan asıl şuuruna idrak taşı şeklinde koymamıştır…

İşte bu ön bellekteki tatbikat sonuçlarının, bilgilerinin üst şuura idrak taşı şeklinde konmasındaki zamanın adına “an” denir… An’da toparlanamadığımız sürece, bizler, üst şuurumuza her hangi bir bilgiyi idrak taşı şeklinde koyamayız yani idrak edemeyiz… An’da bulunmadır bunun tek çaresi… Yalnız an’ı da doğru kavramak gerekir… Bir saniyenin salisesi de an olabileceği gibi, bir günü de an alabilirsiniz, bir ömrü de an alabilirsiniz, hatta bir varlık ne kadar farkındalığını yayarsa, bir siklusu bile an olarak alabilir, bu abartılı bir mesafedir ama… An’ın tarifini, varlığın farkındalığı ile, farkındalığının kapsam genişliğine bağlı olarak çözün…

Meselâ şu anda ben şuradan şuraya yürümeyi fark eden bir yapıda isem, benim anım buradan buraya yürümek şeklindedir… Ondan sonra ip kopar, farkındalığım gitmiştir, düne, yarına yani geçmişe, geleceğe kaymıştır, sadece şunu fark etmişimdir… Konferans bittiğinde bana sorsalar ne yaptın sen..? Sahnede tahtanın oradan koltuğa kadar yürüdüm der, sadece onu hatırlarım… An dediğimiz farkındalığımın vuku bulduğu süreci ancak hatırlar ve asla onu unutmam… Ama ben şimdi özel bir cehit koyarak farkındalığı geliştirirsem, bütün konferans sürecini büyük bir farkındalık, irade ve şuurluluk içerisinde yaparsam, ben bu konferans bittikten sonra bütün detayları hatırlarım… Derim ki, önce kapıya doğru yürüdüm, tahtaya gittim, mavi kalemle çizdim, ondan sonra bununla uğraştım, işte benim anım buradan buraya fark etmeme göre şu kadarcık bir yerken, bütün konferans sürecini fark etmeyi becerebildiğim anda anım bütün konferanstır…

Bir yılınızı böyle farkındalıkla geçirirseniz, bir yılınız an olur… Demek ki; an, bir varlığın farkındalık kapasitesini sürekli ve yaygın tutabilme oranı ile o varlığa ait bir husustur… Öyle varlıklar vardır ki, hayatını, belirli bir yaştan ölümüne kadar an kapsamına almıştır… Onun için geçmiş, doğmadan önceki hayatıdır veya daha önceki enkarnasyonudur, gelecek ise, öldükten sonraki hayatıdır… Onlarla da bağını kestiği anda yani onlarla hemhal olmadığı sürece bütün ömrünü an olarak sahneler ki, varlığın gelişmişlik düzeyi anının yaygınlığına bağlıdır… Buna farkındalık denir… Bütün Gurdijeff, Ospensky öğretileri, bütün dinler, aslında bütün insiyatik öğretiler, Uzak doğu öğretileri, farkındalık üzerinde bu mânâda durur…

An’ın bu mânâda, varlık tarafından farkındalık şeklinde yayılmasına süreç denir… Süreç diye bir kavram… Bunları gerçekten kaydedip üzerinde tefekkür etmemiz lazım… Süreç, an’ın, bu mânâda yaygınlaştırılmış halidir… Bizler, kaçınılmaz bir şekilde, kapalı devre tekamül okuluna zaman enerjisinin burularak maksatlı girmesinden dolayı, anı, farkındalık halinde yayabilmenin çok yetersizliği içerisinde kalıyoruz… Çünkü geçmişle gelecek diye bir canavar arkamızda ve önümüzde sürekli bizim zihnimizi cezbediyor kaymalara sebep oluyor…

Aslında geçmiş diye bir şey yok… Geçmişte yaşarken yaşadığımız olayı anı yakalayarak yaşadıysak buna geçmiş an denir, eğer geçmiş anda bulunabildiysem ben, o artık geçmiş anda değil şimdidedir… Çünkü ben onu ana belleğimde idrak ettim ve bugüne taşıdım… Kimse onu benim elimden alamaz… Ve sonsuz ruhun yolculuğunda, bu sonsuzluk anlayışında her gidiş gelişimde ne olursa olsun idrak ve şuurumdan başka taşıyacağım hiçbir unsurum yoktur… Bu benim malımdır… Bu mal benim gelişmişlik çuvalımdır ona attığınız değerlerdir ve siz onlarla, sonsuz yolculuklarda kullanmak üzere, seyahatler yaparsınız…

Şimdi bugün, an… An’a yani bugüne ne pus ne de pırıltı bulaştırılmamalıdır… Tebligat ifadesi… Siz bu anda yaşarken, ki şu anda anımızı tarif ederiz, sizlerle göz göze, diz dize şu anı idrak etmeye çalışırken, siz veya ben geçen konferansa, dünkü bir hatıranıza veya konferansa girmeden önce yaşadığımız bir hadiseye zihnimizi kaydırırsak, bu an, yok olur… Siz fiziken burada görülmenize rağmen, ne duygusal ne de zihinsel yani mantal olarak burada değilsiniz… Dolayısıyla şimdi de olmak, var oluştur… Bulunuş ayrı bir kavramdır, var oluş ayrı bir kavramdır… Şimdide olmayan varlık, o mekanda bulunan varlıktır, ama var değildir… Çünkü bizler, fiziki yapımızla bulunarak varlığı ifade etmeyiz… Bizler, bütün bedenlerimizle bir yerde varsak ve bütün bedenlerimiz iletişim halinde ise, varız… Onun için de an, bugün, yalın ve net olmalıdır… An, bugün, geleceği oluşturan imajinasyon merkezidir…

Misafir: Varlığı var etmenin bir anlamı da bu mu..?

N.E: Evet, varlığınızı yeniden var etmek; zamanın bu mesafe dediğimiz üçlü kombinasyonunun basıncından kendinizi sıyırıp, süreci algılamakla mümkündür… Süreç, zamanın kendisini yayması ile varlık tarafından bütün hepsinin farkındalığı kapsamında olmasını ifade eder… Onun için diyor ki;

“Süreci kavramadığınız sürece mesafenin hükmünden kurtulmanız mümkün değildir…”

Geçmiş-şimdi ve gelecek zaman üçlü durumu, varlığımız üstünde ciddi bir illüzyon dualite ve uyku yaratır… Zihin, kaygan bir zemin olarak, bir geçmişe bir geleceğe kayar… Onun için olması gereken ülküsüne sahip olmamak lazımdır… Yani şimdiden öteye bir hedefi saptayıp, kendini ona endekslemek kadar tehlikeli ve istenmeyen bir durum yoktur…

Beklenti içerisinde olmayınız, beklenti ne demektir..? Ben şimdideyken, gelecekle ilgili hayallerimi, gelecekle ilgili imajinasyonlarımın pırıltılı hayallerini yaşamak… O zaman ben şimdide değilim, gelecekle uğraşıyorum… Ummayınız, ummak ne demektir..? Şimdinin dışında yani benim farkındalık kapsamım dışında ileriki zaman dilimi hakkında bir şeyler ummak, yarın şunu yapacağım, toplantıda şöyle olur, bakalım önümüzdeki 6 ay içinde arabayı değiştirsem gibi… Siz gelecekle ilgili sanki tasarımlarla aslında geleceğinizi oluşturduğunuzu zannederken, aslında gelecek diye bir şey yok… Geçmişe dönüp de geçmiş hakkında neyi düşünürseniz, o bir imajinasyon olarak geleceğinizi yaratıyor aslında… Fakat her an imajinasyonumuz değiştiği için geleceğimiz de değişiyor yani ne geçmiş var ne gelecek, ya ne var ? Bütün varidat, an’ da yani gün içindedir… Kılavuzunuz, o an mevcuttur… Ne demek kılavuzunuz..? Yani Yaradan bünyenin içerisinden zuhur etmiş, tezahür etmiş ve Yaradan’la birlik içerisinde olmanıza rağmen geçici bir süre sonsuz geçici bir süre ama birlikten çokluğa yönelmiş ve bunu kendimiz seçerek üstlenmiş varlıklar olarak bizler, burayı geçelim…………………

“Bütün varidat an içindedir, kılavuzunuz o anda mevcuttur…”

Bütün Yaradan’ın yardım, yol göstericilik ve dürtü ve mesajı yani gitmeniz gereken yolu gösterici ışığı, an’daysanız vardır… Eğer sizin zihniniz geçmişle ve gelecekle meşgulse yani an’ın farkındasızlığı içindeyse, geçmişin puslu hatıraları ile geleceğin pırıltılı hayalleri içindeyse, kılavuzunuz yok sizin… Ve siz tamamen, gidişatın bocalaması, çabalaması, kendiliğinden kayalara çarpa çarpa inen bir nehir misali gidişatı içerisindesiniz, kılavuz yok… El yordamı ile gidiş hali… Peki benim Rabb’im ile ilişkim yok mu…? Yok… Çünkü yüce Yaradan’ın, yaratılmış olanlara yol göstericiliği ve takviyesi An içerisinde olur… Yani zaman enerjisi, yaratılacak olana hüviyet kazandırırken, yaratılmış olana da takviye sağlar demiştik, bu takviyeyi eğer üzerimize çekip almak istiyorsak, mutlaka geçmiş ve gelecekten bağımızı kesmemiz lazım… Çünkü anda bulunmadığımız sürece Yaradan’ın eli, yardımı, enerjisi bize ulaşmaz… Bütün varidat anda bir gün içindedir, kılavuzunuz o an mevcuttur, öteki taraflarda kılavuz yok…

İşte beşeriyetin, bu bilgilerden yoksun olarak, el yordamıyla yakaladığı an’lar dışında, genelde hep mesafenin hükmünde oluşu yani geçmiş ve gelecekle ilgili bir hayat yaşayışı, dolayısıyla Rabb’i ile olan bağının, yardım mekanizmalarının da ona ulaşmamasını sağlar… Dualarınızın kabul olmasını istiyor musunuz..? İnanır mısınız, bir duanız karşılıksız kalmaz bunu becerebilirseniz, şükürlerinizin duyulmasını istiyor musunuz..? Bir şükrünüz heba olmaz… Gönlünüzden, ağzınızdan, düşüncenizden çıkan hiçbir şey karşılıksız kalmaz, eğer anda bulunabilirsek…

Biz ne yapıyoruz..? Ben geçen sene bir felakete maruz kaldım, bana bir daha bu acıyı yaşatma derken, dua ederken, bana geçen sene yaşadığım her ne ise, acı veren onun puslu hatıraları ile zihnim meşgulken, kimseye hitap ettiğimi zannedemem, kimse sesimi duymaz… Ya Rabb’i bana sağlık ver, para ver, önümüzdeki yıllarda rahat edeyim, çocukların istikbali için durumum iyi olsun diye dua ediyorsanız, sizi kimse duymaz… Burada sadece Rabb’in correct kuralları işler, o da duymama şeklinde işler… Çünkü sizin zihniniz Rab ile kominikasyona giremeyecek kadar yataydaki bir illüzyona dağılmıştır, geçmiş ve gelecek denen bir kandırmacadadır… Zihnen temas kurulmayan Rab mekanziması, asla iletişim kurulması mümkün olmayan bir mekanizmadır… Onun için en iyi dua meditatif halde olur… En iyi namaz, meditatif halde olur… En iyi ibadet, ki ibadet farkındalığa giden bir yoldur, meditatif halde olur… yani ibadet an’da bulunma yoludur çünkü farkındalık anda olur… İbadeti yapmak için mutlaka geçmişle ve gelecekle bağı kesip şimdideyim, öğle namazını kılıyorum şuurunu yakalamk gerekir… Öğleden sonraki ödemelerle nasıl baş edeceğiz diye düşünerek namaz kılınamaz, fiziken kılmış gibi görünürsünüz, onun fizik ötesi alemdeki değeri sıfırdır… Ama bunu lütfen daha henüz bu konularda hazır olmayan fakat ibadetinde olan kimselere bahsetmeyin…

On beş yıl önce ben anneme söyledim… Ziyaretine giderdim, kapıyı açtı, namaz kıyafeti ile “hoş geldin, ben de şimdi seni düşünüyordum namaz kılarken” dedi… “Anne sen beni düşünerek namaz mı kıldığını zannediyorsun” dedim, cehalet işte günah işledim… “Anne dedim “dünyasal düşüncelerin olmadığı bir namaz geçerlidir”… “Ben bütün ömrümce böyle kıldım namazı, ben namazda daha çok düşünüyorum” dedi… Ciddi bir umutsuzluğa, düş kırıklığına girdi, onu toparlayana kadar iki-üç saatim geçti… Ondan sonra kimsenin bu tür realitelerini sarsıcı bir şey yapmamaya gayret ediyorum, ama o hazırsa artık gelmiş elini uzatmış ben namaz kılıyorum ama doğru mu değil mi gibi bilgiye açlık ve talepkâr durumdaysa, o zaman yumuşak sevecen bir tarzda sunmak lazım… Ben bunu hiç unutmam, 15 yıllık bir zaman, ama an’ı yaşadığım için hatırlıyorum…

Geçmiş-şimdi-geleceğin, bizim ele alış şeklimize göre, çok önemli üç tane bilgisinden söz edeceğim… Eğer bizler bu bilgiler ışığında zamanı enerji olarak idrak etmek meylinde, niyetinde olanlar olarak an’da bulunmanın ne rahmet olduğunu eğer biraz sezdiysek, pratik olarak geçmiş ve gelecekle bağımızı nasıl keseceğiz… Biliyoruz ki, şimdi, an, bugün dediğimiz çok önemli kozmik buluşma zaman kesiti gerçek farkındalığı ifade eder ve gerçek farkındalık ve anda bulunma da idraki oluşturur… Bir şeyi idrak etmek istiyorsanız, o idrak edilecek olan bilginin kaynağı ne ise, onunla an içerisinde buluşmamız lazım… Bu bir sevgi tezahürü, ıstırap tezahürü olabilir, bu geçmişte eksik bıraktığımız bir tedrisin eksik kalan pasajının tamamlanması şeklinde olabilir… Herhangi bir epröv içinde eğer o eprövü yarım yamalak algılayarak farkındasızlığı daha yoğun bir şekilde geçiştiriyorsanız, kendinize karma yaratıyorsunuz… Ve o epröv mutlaka tekrarlanacak şekilde üzerinize gelir… Ne yapmamız lazım..? Bir epröve girdiğimizde, hemen şöyle yutkunup onunla maksimum yoğunlukta bir ilişkiyi nasıl temin ederim, onunla bütün randımanı sömürecek, bütün bilgiyi açığa çıkaracak şeklide nasıl bir ilişkiye girerim şeklinde bir yaklaşımda bulunursak, o zaman konsantrasyonu bizi an’da toplarız… Bir eprövle karşılaştığınızda geçmişin pusunu, geleceğin pırıltısını lütfen katmayın… Ben bu adamla tanıştım, geçmişte de böyle biriyle tanışmıştım, bundan da aynı şu neticeyi alırım dediğinizde, siz, maalesef geçmişten puslu bir hatıranızla, o anı kaçırıyorsunuz veya tanıştım o adamla gelecek de bana ne gibi faydaları olur veya zararları olur deyip geleceği yaşamaya başladığınızda eprövle ilişkiyi koparırsınız…

Geçmişle ilişkiyi kesmenin yani bugüne kadar kusurlarla gelmiş şu zaman diliminde geçmişle bağımızı kesmenin kolay olmadığını biliyoruz… Birden bire ben geçmişle bütün bağımı keseceğim demek de bir illüzyonun kurbanı olmak demektir… Geçmişle ilişkinin koparılıp da mümkün olduğu kadar farkındalık özelliğindeki anda toparlanmanın yolu, geçmişin defterlerinin iyice hesaplarını kapamakla mümkün olur… Eğer siz geçmişteki geçiştirdiğiniz bir eprövün puslu hatıralarını etkisiz hale getirmek için, oradan size neşriyat yapmaması için, ki siz anda kalabilin, o neşriyatı silmek için, geçmişle neşriyatı kapamak lazım bu da nedir ? Hangi odak geçmişten bana tesir yolluyorsa, onları dikkatlice tespit edip onlar hakkında hesap kapamanın afla olacağını bilmemiz lazım…

Affa ihtiyacı olan randımansız yarım tatbikatlar mekandır, geçmiş… Geçmiş yarım kalmış zaten yarım kalmamışsa anda olmuşsunuzdur, ki o geçmiş değildir, sizinle birlikte eğer geçmiş puslu hatıralar şeklinde geçmişteyse, biliniz ki, siz a’nı kaçırmış ve yarım bir epröv bırakmışsınızdır… O eprövün her an buradan çıkıp şimdi de bir an’ınızı yakalayacağı kaçınılmazdır… Yaradan’ın epröv mekanizmasıdır bu, karma diye düşünün… Ne yapmam lazım..? Benim yarım almış fenomenlerime, eprövlerime dönüp şimdideki bana olan tesirini kaldırmam için, onları affetmem lazım… Kozmik af bu mânâda çok ciddi bir çalışma gerektirir… Bu af sadece eprövün karşı tarafının af edilmesi şeklide değil, o eprövde yer alan taraf olarak kendinizi de af etmeyi gerektirir… Eğer siz geçmişte yaşadığınız bu tür size hâlâ neşriyat yapan hadiseleri tespit edip, hem o olay içindeki kendinizi hem de o olayın tarafları hepsini gerçekten bir affa tabi tutabilirseniz, derhal onun şimdiye gelen tesirleri nötralize olur, yok olur ve sizin artık geçmişten sizi aşağıya çekici, an’da olmada sizi mahrum edici bir etkisi kalmaz…

Misafir: Farkındalığımızı arttırdıkça, dikkatimizin de yükseldiğini göreceğiz…

N.E.: Dikkat, gerçek farkındalığın yanında, bahsedilmeyecek kadar beşeri bir husustur… Farkındalık öyle bir şeydir ki, bunu dikkat olarak ele almamak lazım, ama o farkındalık çok ciddi olağanüstü bir dikkati de oluşturur… Rikkat… Doğrudur…

Misafir: Televizyon reklamlarında görüyoruz, mega hafıza, süper öğrenme kitaplar, demek ki çocuklara anda olabilmeyi öğretirsek, tüm bilgilerini üst şuura kaydedecekleri için, onların bir şey öğrenmesi hayata hazır hale gelmesi çok kolaylaşacak…

N.E.: Orada çocuk bir cümlenin virgülünü dahi unutmamacasına hıfz eder, çünkü hıfz edilen yer üst şuurdur… Bunun için Selman hoca yıllar önce bir dershanede derin meditasyon halinde talebelere İngilizce öğretmenin deneyimlerini Ergün Bey ile birlikte yaptı… Çocukları dünyadaki yatay her türlü tesirin etkisinden arındırıyorsun, tam bir konsantrasyon, geçmiş ve gelecekle de bağınızı kestiğiniz anda, an’a ne kadar farkındalık şeklinde yayıldığınızda, o an ne vuku buluyorsa hıfz edersiniz… O odanın kokusu dahil, hatta böyle bir çalışmada siz öğretmeninizi dinlerken dışarıdan geçen bir yoğurtçunun sesi bile hıfz olur, aradan ne kadar süre geçse o anı tekrardan aşağıya çekip aldığınızda, dersiniz ki, hocam sen ders anlatırken yoğurtçuda geçiyordu, hatta duman kokusu odaya girmişti, bütün algılamalar en küçük bir detay kaçırmaksızın orjinaline tıpa tıp uygun hıfz olur… İşte biz böyle bir hafıza ortamının sahibi olup ama beşeri hafızayı ön palanda tutup o zavallı hafıza ile durumu idare etmeye çalışan varlıklarız… Anı bu mânâda ele alırsak biz, Yaradan’ın bir imkânını, bize verilmesine rağmen kullanamadığımızı görürüz…

Misafir: Affetmeyi nasıl yapacağız..?

N.E.: O, tam bir ders konusu… Affetmek hiç bizim zannettiğimiz gibi değil… Tamam ben sizi affettim… Öyle değil, o öylesine derin bir mekanizmanın çalıştırılmasıdır ki, bir tebliğde diyor ki,

“Af öylesine derin bir mekanizmadır ki, her affettiğinizi zannettiğiniz andan sonra yepyeni bir affetme süreci ile karşılaşırsınız…”

Onun için af, ben onu affettim diyerek değildir… Sen onu göz ardı etmeye çalışıyorsun, sen onu örtüyorsun, sen onu geçiştiriyorsun… Af öyle bir şeydir ki, meditatif halde olur, o derin bir idrakin beşeri plan içerisindeki bir tesiri nötralize etmesini temin eder… Onu üst şuurunuzda oluşturacaksınız, göndereceksiniz, geçmişteki hadisedeki bütün unsurların üzerine indireceksiniz… O konu çok derin bir konu ileride konuşuruz… Eğer bu affı gerçekleştirebilirsek, geçmişteki bütün tesir odakları nötralize olur, bizi etkilemez, bizde şimdi de oluruz… Şimdi de ne var ? Farkındalık var ve idrake ihtiyacı olan tatbikatlar mekanı burası… Demek ki, biz farkındalığı elde etmek istiyorsak, idraki oluşturmak istiyorsak, şimdide olmak zorundayız, şimdinin özelliği bu… Gelecek de ne var..? Pırıltılı hayallerle ilişkimizi nasıl keseceğiz..? Burada da yine bizden kozmik bir talep var, adına teslimiyet deniyor… Şimdide yaşayabilme yetisini gösterebilen bir insan, geleceğin imajinasyon merkezi olmasından dolayı kendi hayrı için ne gerekiyorsa geleceğini o hayr çerçevesi içinde programlayabilir… Ve dolayısıyla da bunun içinde, geleceği ummamak, gelecek olması gereken ülküsü ile muhatap olmamak, beklenti içerisinde olmamak, umut gibi zavallı bir duyguyu gelecekle bağlı yaşamamak için teslimiyet şarttır…

Ya Rabb’im..! gelecekte ne ise benim ihtiyacım, ben teslimim… Eğer bunu yapabiliyorsanız, geleceğe herhangi bir imajinasyon intikal ettirmiyorsunuz, çünkü eğer o imajinasyon geçmişten aldığınız bir düşüncenin ifadesi ise, geçmişi geleceğe taşıtır size… Onun için bizler, geçmişteki her olayı yaşarız, çünkü geçmişi düşündükçe o düşünce yepyeni bir imajinasyon olarak bize gelecekte aynı olayı tekrar etmemize sebep olur… Karıştı mı işler..?

Misafir: Teorik olarak anlaşılıyor da, tatbikat olarak…

N.E.: Bir şemamız daha var, onda da beşeriyetin durumunu anlatacağız… Beşeri gidişin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini göreceğiz…

Misafir: Ben bu anda olmamanın içine birçok şeyi sığdırdım… Yargıları, beklentileri, aslında çoğu oyalandığımız ve oynadığımız ve halletmeye çalıştığımız şeyler, aslında tamamen anda olmaya çalışmakla kaybolacak şeyler…

N.E.: Evet, fakat biz bunu yapamıyoruz… Bütün ilişkilerimiz ön yargılı… Çünkü geçmişteki o puslu hatıralarımızı, o yeni ilişkimize örtüştürmeye çalışıyoruz… Veya geleceğin bir takım varsayımlarını yine o an ilişkimize getirince an yok oluyor… Ve ilişkide tabi önyargılı, zanlı ve dolayısıyla geçmiş ve gelecekle bağı olan kişi, ummaları olduğu için geçmişteki hatıralarının korkularını da yaşadığı için korkuyla ilişki kurar… Anda olmak, korkuların olmadığı bir noktadır… Anda korku yoktur, anda telaş yoktur, anda endişe yoktur…

Bugün ortanca oğlum beni getirdi, getirirken çok fena bir trafik var ve ben trafikte biraz öfkelendim, yavaş ol, dikkatli ol diye ehliyeti yeni, bana dedi ki oğlum “ Baba, şu anda sen konferansa gidiyorsun, sadece konferansı düşün, trafikle hiç ilgilenme, benimle de ilgilenme, kapa gözlerini sadece onu düşün, çünkü ben şu anda senin telaşını duymuyorum, senin geç kalıp kalmaman benim mevzuum değil benim bir endişem yok, kaldı ki, daha henüz erken, geç kalman mümkün değil, sen kendine suni basınçlar oluşturarak bunun öfkeye dönüşmesine sebep oluyorsun, tepkiler oluşturuyorsun… Geç kalman benim meselem olmadığı için gelecekle bağım yok, çünkü şu anda benim gelecekle bir beklentim yok, geç kalırım, kalmam erken gideyim, gelecekle ilgili bir umudum yok, gidebildiğimiz kadar gidiyoruz, onun için ben sakinim, senin de geç kalmayacağın zaten belli, kapa gözlerini trafikle ilgini kes, geç kalma ihtimalini yok et, sakinleş…”

MİSAFİR: Ben de bu konuda bir deneyimimi paylaşmak istiyorum… Biraz evvel beyefendi çocuklarımızla ilgili yapmamız gereken bir şey söyledi… Benim dokuz ve on yaşında iki kızım var, tam tersini düşünüyorum, onlardan öğrenmemiz gereken o kadar çok şey var ki, biz onları o kadar kendi sınırlarımızla, telaşlarımızla, öfkelerimizle ve nefretlerimize sokmaya çalıştık ki… Bir sıkıntılı anımda büyük kızıma dedim ki, neden insanların zaman kavramı yok…

“Anne dedi, zaman yok ki, zamanı zaman yapan sensin, programlarını ve sınırlarını koyan sensin, dolayısıyla senin zamanınla herkesin zamanı aynı olmak zorunda değil…” Burada vurgulamak istediğim, nasıl sizin oğlunuz sunacağınız şeyi beş saatte hazırladıysanız, o biliyorsa, benim kızım doğduğu andan beri bu kavramların zaten çok üstünde bir yerdeyse, niye bizler onları bulunduğumuz yere çekmeye çalışıyoruz… Neden bırakmıyoruz her şeyi rahat, özgür… Onları bize çekeceğimize bizim onlara ulaşmamız gerekiyor…

N.E.: Çok doğru… Özet olarak şöyle diyoruz… Geçmişin affa ihtiyacı var, bunu becermeye çalışalım, şimdinin farkındalık ve idrake ihtiyacı var, onu bize sunan geleceğin de teslimiyete ihtiyacı var… İşte böyle bir teslimiyeti oluşturabilirsek biz, yeni dünyanın yeni insanları ve yeni devrenin tatbikat sahası meydana gelmeye başlayacak…

Biz, güncel hayatımızda zamanı enerji olarak algılamak zor bir iş, ama zamanın enerji olduğu fikrini hemen oturtmaya çalışabiliriz… Ve dolayısıyla da zaman konsantrasyonu denilen hayat içerisinde uygulanabilen bir tekniği sizinle paylaşacağız… Aslında bunu hepiniz biliyorsunuz…

Zaman konulu bu çalışmamızın pratikteki bir tebligat ifadesi, adı zaman konsantrasyonu…

“Zaman enerjisi ile birlikte yoğunlaşıp o enerji ile birlikte seyrelebilmek…”

Çünkü zaman bir enerji olarak, frekansını sıkıştırabilir veya yayabilir… Zaten o sıkışma ve yayma, geçmiş-şimdi-gelecek gibi mesafenin hükmüne girme veya ondan kurtulmakla özdeştir… Eğer ben süreci kavrayabilirsem, yani benim farkında olduğum bir zaman dilimini algılayabilirsem, tam kontrolümde, tam benim farkındalığım dahilinde olan bir zaman dilimini algılayabilirsem, o benim an’ım olur… Ve onu ne kadar geliştirir, genişletirsem; o an’ım, süreç denilen, ve an’ın, benim varlığımın tasarrufunda yaygınlaşmış halini oluşturur… Süreç, an’ın kendini yaymış halidir… Ve süreç, an özelliğine bağlı olarak, varlığın farkındalık kapsamıdır… Dolayısıyla bu süreci algılayan bir varlık, o sürecin dışındaki geçmiş ve gelecekle bağını koparmaya başlar… Buna da “süreci algılamadan (geçmiş ve geleceğe bağımlılığa da mesafe diyor) mesafenin hükmünden kurtulamazsınız” diyor… Yani zaman enerjisinin üçlü kombinasyonu olan, geçmiş-şimdi-gelecek üçlü basıncını üzerinizden atamazsınız diyor…

Benim oğlum da gelirken bir tür beni an’a toplamaya çalıştı, buna sürece toplama da denir… An’ı ne kadar yayabiliyorsanız, farkındalık hali, buna süreç denir… Benim geçmiş ve gelecekle bağımı kesmeye çalıştı ki, üzerimdeki zaman enerjisi basıncının, oluşturduğu öfkeyi, aceleciliği yok edeyim diye… O basınç bende öfke tesiri oluşturdu… Önümdeki yaya kırmızı ışıkta geçiyor, ben geç kalmışım, gelecekle bağım var, gecikmemeliyim, ileri bir zaman dilimine karşı olması gereken ülküm var, beklentim var, ummam var, gecikmeme umması, gecikmeme, “zamanında orada olma” olması gereken ülküsüne sahibim… Yani gelecekle alâkalı bir durumdayım ben, “vakfa gecikirsem, konferansa yetişemezsem,” bu ne demektir, mesafenin hükmüne girdim demektir, mesafe neydi..? Geçmiş-şimdi-gelecek üçlüsünün hükmü… Böyle bir durumda zamanın basıncını üstümde hissettikçe, o basınç bende öfke şeklinde, yayanın geçmesi iki-üç saniye, bu bile bende feverana sebep oluyor, tahammül sınırları zorlanıyor niye..? Zaman enerjisinin basıncı var… Zaten zaman enerjisi de bana bu basıncı yaparak, o yaptığımın doğru bir şey olmadığını, olmaması gereken bir durum olduğunu ve bunun içinden çıkmanın yollarını ve bilgisini bir an önce yakalayıp uygulamam için anlatmaya çalışıyor… Hoşluk olsun diye, eziyet olsun diye, bana ıstırap olsun diye yapmıyor bunu…

Öyle bir basınç yapıyor ki, ben bugün basınç altında, yarın basınç altında ve ben diyeceğim ki; ilerideki bir vakanın olması gereken ülküsünü kendi hayalimde oluşturup onun basıncı altında ezilip gidiyorum… Bırak gecikirsem gecikeyim, yapacak hiçbir şey yok, bunu dediğiniz anda zaman enerjisi, basıncını üzerinizden çekiverir ve ne olur biliyor musunuz..? Derhal zaman enerjisi bir sıkışmaya tabi oluyor yani geçmiş-şimdi-gelecek yaygınlığı, sıkışmaya tabi tutuyor ve sizin zamanında yetişmeniz için her türlü imkânı size sunuyor… Kırmızı ışılar yeşile döner, trafik kendiliğinden açılır… Çünkü Yaradan enerji, bir de bakarsınız ki, bütün endişeleriniz boşunaymış, varıvermişsiniz, hay Allah diyorsunuz… Hay Allah vardım demeniz sizin bir idrakinizin sonucu olarak size sunulmuş bir kozmik imkândır…

“Zaman enerjisini birlikte yoğunlaşıp o enerji ile seyrelebilmek, bunu yapabilmek için önce enerjinin bütününü hissedebilmek…”

Şimdi ben gelirken arabadaki basıncın etkisiyle öfkelenmem ve zaman enerjisinin basıncını hissetmem, geçmişle olan bağımdan da kaynaklanıyor… Keşke daha önce çıksaydım… Evde şunu yapmasaydım, daha önce çıksaydım, geçmişinde hesaplaşmasını yapıyorum, geç kalmamalıyım diye de geleceğin hesaplaşmalarını yapıyorum… Zaman enerjisi süreci bırakmamdan ve mesafenin hükmüne girmemden dolayı basıncını bir arttırıyor, ben de feveran ediyorum…

“Yani şu denmek isteniyor, herkesin yaşadığı kendine ait bir zaman dilimi var…”

Çünkü her varlık zaman enerjisinden ayrı olmadığı gibi, her varlık aynı zaman enerjisinin kendisinde ki var oluşu ile ayrı bir zamana ait olduğu ifadesidir bu… Kim anda toparlanabilmeyi becerebiliyorsa, onun zaman enerjisi daha basınçsız ve sıkışık, bu sıkışıklık ters oluyor yani süratleniyor uçup gidiyor zaman, bu mânâda alın…

“Bu gerçek zaman enerjisinin eğilip, büzülüp, yozlaştırıldığı ve tamamen kontrol dışı bir tarz takip eder şeklindeki gidişi gösteren bir durumdur…” diyor…

Demek ki; biz bunu, kontrol dışı yozlaşmış hali ile kullanıyoruz… Bazen otomatik, kendiliğinden, kontrol dışı ana yönelince bir de bakıyoruz ki, o basıncı kaldırıyor, oh diyorsunuz, sonra birden bire basınç artıyor, bu nerden çıktı diyorsunuz, kontrol elde olmalı…

Bu nasıl elde edilecek;

“Karşınıza zaman konsantrasyonu meselesi çıkıyor; bu meseleyi yakalayabilmek için, önce onun varlığından haberdar olmanız gerekiyor… Öyle ki zamanı yaşayabilesiniz… En önemli unsuru olan üzerinizdeki basıncını hissedebilesiniz… İşte bu basıncın öncelikle kontrol altına alınması gerekmektedir… Basınç, çeşitli durumlarda ve değişik amaçlarla zamanın akışı üzerinde değişken sonuçlar doğurmaktadır… Bu sonuçları ortak bir paydada birleştirebilmek içinse, yani istenen neticeye kaydırabilmek içinse, zaman kontrolü şarttır, işte bu durumu sağlayabilmenin yolu ise, zaman konsantrasyonudur…”

Bakınız, zaman konsantrasyonu şöyle ifade ediliyor:

“Önce zamanın enerjisini hissedip, yarattığı basıncı belirginleştirip” bu çok önemli bir farkındalık hali biliyor musunuz…? Şu an büyük bir ıstırap, bir telaş, bocalama içindeyim, zaman enerjisi basın yapıyor… Niçin var ? Çünkü ben sürecimin farkında değilim, mesafenin hükmündeyim, geçmiş-şimdi-gelecek, benim üzerimde hüküm sürüyor, basınç yapıyor…

“Bu basıncı belirginleştirip, tesir noktalarını saptadıktan sonra, tamamen kontrol amacı güderek, bu enerji üzerinde konsantre olabilmek…”

Bu basıncı tesir noktasını belirginleştirmek, saptamak ne demek sizce..?

Misafir: Niçin sinirleniyorum..?

N.E.: Zaman enerjisinin, mesafenin hükmündeyim şu anda ama bu basınç ki, bu mesafenin hükmünden dolayı bu basınç, ben hemen anımı genişletsem geçmiş ve gelecekle tam farkındalık haline soksam, bu basınç kalkacak, çünkü ben sürece gireceğim… Bu mesafenin hükmünü belirginleştirip tesir noktaları saptamak şu demek; benim üzerimdeki basınç nerelerimi tesir altına aldı… Ben bugünkü misali örnek vereyim… Geç kalmanın üzerimdeki basıncı ve öfkelerim ; sizlere karşı mahcup olmak, kaybetme korkusu, tedirginlik, insanların beni eleştireceği egosu veya sahte kimliği, bana ne derler, nasıl gecikirsin sen mi derler, orada kırılacak kabuklarım, gururum mu var, bunu dedirtmem mi diyorum… Bakın neleri saptıyorum zaman enerjisinin üzerimde yaptığı basıncın benim üzerimde nelerin açığa çıkmasına nasıl bir ayna vazifesi gördüğünü anlatmaya çalışıyorum…

Misafir: Hoşlandığımız şeyler içinde böyledir değil mi..?

N.E.: Aynen öyle, bir tesirin üzerimizde yarattığı sonuç, etkileşim, hoşlanma şeklinde veya hoşlanmama şeklinde hiç önemli değil… Bütün basıncı saptamamız lazım… Beni nereden yaralıyor, bende bir gurur var, sen geç kalacak adam değilsin, kalabilirsin insanlık hali, üstelik geç kalmanın imkanı yok daha 1,5 saat var… Yani kendimi abartarak misal veriyorum, yoksa bunlar gerçek olsa…

“Zaman enerjisi üzerinize daima bir basınçla gelmektedir… Geçmiş-şimdi-gelecek dediğimiz bu üç birbirini takip eden durum içerisinde daimi bir şekilde bu üçlü basıncı hissetmektesiniz”

İşte problem bu…

“Her durum ise, ayrı ayrı kendi içindeki basınçları da oluşturmaktadır…”

Yani ben geçmiş ve gelecekle bağımı keseyim, şimdiye toparlanayım, bir de bakıyorsunuz ki, şimdi de geçmiş-şimdi-gelecek şeklinde üçlenebilir, çok tehlikeli bir durum… O da kendi içinde şimdinin başı-şimdini şimdisi-şimdinin sonu gibi… Yani ben üçlü durumu, mesafe olarak algılanan üçlü durumun basıncından kurtulmak için süreci yaşarken, süreci baş-orta-sonuç gibi üçe bölmemeye da gayret etmem lazım…

Süreci mesafeye ayırmak gibi bir kusuru işlememem lâzım…

Bunu yapmak için süreç dediğimiz şimdiki kısmın algılanmasında aşırı gayret göstermemiz, maksimum bir farkındalığı koyma becerisini göstermemiz lâzım… Meselâ benim bu konferansın tamamını fark eden bir yapım olsa, bu konferans andır… Ama ben bu beceriyi gösteremezsem, an diye zannettiğim bu durumu, konferansın başı-ortası-sonu gibi yaymışım… Ondan sonra konferansın bu kesitinde saate bakıyorum, ne zaman bitecek diye zihnim geleceğe kayıyor, o zaman ben size bir şey anlatabilir miyim..? Bir varlık kontağı kurabilir miyim..? Bir tesir alış verişi yapabilir miyim..? Hayır… Çünkü ben biraz sonra bitecek konferansın bitişindeyim… Anı birden bire üçe böldüm…

“İşte dikkat edilmesi gereken nokta teşkil eden husus; bu durumların kesin çizgilerle birbirinden ayrılmamış olup daima birbirinden tesir alış verişi içerisinde olmuş olmalarıdır… Bu alış veriş içerisinde ise, yeni basınç alanlarına maruz kalınmaktadır…”

Yani illüzyon, ne kadar oynak, ne kadar acımasız, ne kadar çetin… Kolay iş değil… Ben illüzyonun dışına çıkarım, ben dualitenin dışına çıkarım yok, yok… Yaradan enerjinin maksadına uygun olarak bilhassa oluşturduğu bir organizasyonun dışına çıkmak kolay değildir…

“Bundan şu sonuç çıkıyor ki; zaman enerjisinin vazifesi, bir basınç tesiri yaratabilmektir… Bütün mesele enerjinin varlığını kabullenmek, onun yarattığı basıncı mümkün mertebe konsantrasyon yolu ile ortadan kaldırabilmektir… Dolayısıyla kalkan basınçlar, yerlerini hızlı geçen bir zaman bırakmaktadırlar…”

Hızlı geçen zaman, sizin algıladığınız bir zaman kayması değildir… O yaradılış eylemini, tezahürat eylemini süratlendiriyor… Yolunuz açılıyor, imkânlar sunuluyor…

“Zaman konsantrasyonunun basit bir temrini olarak, yaşadığınız beşeri hayat içerisinde günlük olaylar sırasında yapmış olduğunuz, farkında olmadan uyguladığınız küçük konsantrasyonları gözleyebilirsiniz… Meselâ, zaman konsantrasyonunuzu başka tarafa yönlendirerek içinde bulunduğunuz zamanı uçurup götürmek gibi…”

Meselâ, saat on ikide oturduğum bilgisayarda, saatin iki buçuk oluşu gibi yaşanmamış gibi bir zaman uçuşu oldu, zaman uçtu orada… Nasıl geçti anlamadım… Böyle bir uçma…

“Ya da içinde bulunduğunuz zaman enerjisini şuursuzca bir kontrolle tuttuğunuz gibi…”

Bazen bizler maharet gibi, boş kaldığımız anlarda “ben düşünürüm, ben düşünen bir insanım” deriz… Başlarız hayaller kurmaya, geçmişin hatıralarını bugüne taşıyıp yeniden onları deşifre etme, imaje etme, çözümler, bütün bunlar bizim zamanı tutmamıza sebep oluyor…

“Bütün bunların tamamen kontrolünüz dışında gerçekleştiğini biliyorsunuz… Oysa ki, doğru kontroller neticesinde akıl almaz neticelere ulaşabilirsiniz…”

Akıl almaz neticeler dediği, beşeri yapınızın anlam veremediği mucizevi, mucize diye bir şey yoktur, ama bizim akıl melekemizin kapsamı dışında bir hadise ile karşılaştığımızda buna mucize deriz… Akıl almaz dediği burada, sizin mucize olarak algılayacağınız, yorumlayacağınız neticelere ulaşabilirsiniz…

“Yalnız önce kendi içinde bulunduğunuz enerjinin farkına varıp, bunun kontrolünü ele aldıktan sonra hadiseyi bütün üzerinde yoğunlaştırmanız gerekmektedir… Daima bütünü hissetmedikçe her konuda olduğu gibi bu konuda da başarılı netice alınamaz… Zaman enerjisini bir körük gibi kullanabilmek, gerektiğinde sıkıştırıp, gerektiğinde açabilmek, bunları yapabilmek için ise; kendinizi bu enerjinin dışına taşıyabilmeniz gerekmektedir… Önce mantal olarak bunu hissetmeniz gerekir, mantal olarak sağlanan kontrol neticesinde olayın bedensel açıdan da yaşanmaması için hiçbir sebep yoktur”

Dolayısıyla tefekküre ihtiyaç olduğunu, derin düşünceye ihtiyaç olduğunu, mantal seviyede bir vukuatın ancak fiziki seviyedeki tezahürleri değiştireceğini söylüyor…

“Düşünsel olarak konsantrasyon kaydırmaları sayesinde mesela iki farklı zaman enerjisi arasında gidip gelmeler sağlayabilirsiniz… Bu işlemin çok küçük bir bölümü yoğun zaman ile seyreltik zaman enerjileri arasında gidip gelerek günlük hayatınızda da gerçekleştirmektesiniz… Yalnız bunu sadece kendi etrafınızda oluşan zaman alanı içerisinde yapabilmektesiniz…”

Bu ne kadar fiziğe uygulanabilir bir bilgi birazda zamana bırakın…

“An, daima kendini ileriye doğru yönlendiren bir imajinasyon merkezidir… Hareket, bu merkezden kaynaklanarak hiç durmadan ilerler…”

Siz eğer geçmişle gelecekle bağı kesip de, gerçek an’ı ne kadar yayabiliyorsanız, süreciniz ne kadar geniş veya dar olursa olsun, gerçek an’ı yaşadığınız anda, oradaki her imajinasyonunuz, sizin gerçek ihtiyacınız olan geleceği yaratır… Orada yanlışlık yoktur, yanlış imajinasyon yoktur ve şimdiki an, sonraki an’lara tabidir… Burada çok ciddi bir terslik vardır…

Geleceğimizi olması gereken ülkülerimize ve sahte kişiliklerimizin talebine uygun olarak imaje etmemiz, bizim hak etmediğiniz bir gelecekle karşılaşmamıza sebep olur… Yani şu anda sorsanız “Gelecekten ne umut ediyorsun..?” Rahatlık, para, pul, şöhret, araba, ev dışında bir fikir beyan eden olmaz, herkes dünyasal ihtiyaçlar olarak bunları kendisinin hayrına olarak yorumlar… Oysa ki, gerçek ihtiyaçlarımız asla böyle bir taleple özdeş olmayabilir… Öyle varlıklar vardır ki, onun geleceğini oluşturması gereken doneler, yoksulluk, hastalık ve açlık olabilir… Bunu deneyimlemeye gelmiş bir varlığa siz, sosyal adalet bu mu deyip de, her şeyi varlığa sunarsanız, o varlık enkarnasyon amacını oluşturamaz… Kişi yokluğu yaşayarak, mahrumiyeti yaşayarak, hatta açlığı yaşayarak bir enkarnasyon tatbikatını programlamış, gelmiş… Bu kişinin de gelecek için imajinasyonu, bolluk, tokluk ve rahatlıktır… Oysa ki, bu onun sizlerden takliden aldığı sahte kişiliğinin imajinasyonu olarak hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir imajinasyon geleceği sunar… Oysa ki, o varlık, gerçek an’da bulunabilse, o da meditatif bir haldir, geçmiş ve gelecekle bağı kesip tam bir şimdi’de bulunabilse, onun imajinasyonu onun için açlık, yoksulluk ve ıstıraptır… Ve sizler alt şuurunuzla yani sahte kişiliklere hizmet eden bir şuur yapınızla istediğiniz kadar bunun aksi yönde dualar içerisinde olun, üst şuurunuz daima size enkarnasyon gereğiniz ne ise onu sunar… Ne yaparsanız yapın, komşunuz gibi varlık içerisinde, tokluk içerisinde, ıstırapsız bir hal içinde bulunamazsınız… Buna da kötü kader deniyor… Rab’bin adaletsizliği deniyor… Hayır öyle bir adalet ki bu, o sonsuz bütünün deneyimlerinden gelmeden önce neyi taahhüt ettiyseniz onun yaşanması mukadderini taşıdığınızı gösterir… Eğer, bir kaderden söz etmek gerekse, kader, bu mânâda, o enkarnasyon süreci için önceden planladığınızı yaşamanız şeklinde vardır… Ve birçok inisiyasyonda eğer bir varlık enkarnasyon sebebi olan hayat planını % 60 seviyede uygulasa, ona yukarısı madalya verir…

Misafir: Örnek verdiğiniz varlığın başına gelenler aynı zamanda liyakat olabilir mi..?

N.E.: Bu hoşuna gitmeyen durumlar mı ? Tabi denebilir… Zaten biz liyakati, artık, hoşluklar içerisine giriş, hoşluklarla muhatap oluş, rehavet, çokluk ve doyumluluk içerisinde oluş şeklinde anlamayıp, gerçek asıl kişiliğimizi bulup, gerçek enkarnasyon tatbikatlarımızı yapabilme halidir diye anlamamız lâzım… İhtiyacımız ne ise onu yaşamak en büyük liyakatimizdir… Liyakat bu mânâda herkes için farklı tezahür eder ve karşımıza çıkar…

Misafir: Soru soruluyor, anlaşılmıyor…

N.E.: Geçmişi yaratamazsınız… Geçmiş diye bir şey yoktur… Geçmişi ancak imaje ettiğiniz an’da, o imajinasyonu an’da yapıyorsanız, o, geleceği yaratıcı bir imajinasyondur… Çünkü an, daima kendini ileriye doğru yönlendiren bir imajinasyon merkezidir… Yani siz şimdi’de, an içerisinde oluşturduğunuz imajinasyon sizin geçmişinizi değil, geleceğinizi oluşturur…

Misafir: An, geleceği doğuruyor, aynı zamanda geçmişi de doğuruyor…

N.E.: Eğer siz an’da değilseniz, geçmişiniz doğar… An’da olmak, geçmişte bir şey bırakmamak demektir… Çok güzel bir noktaya değindiniz… An’daysanız yani tam bir farkındalık ve süreci algılar vaziyetteyseniz, her bir tesir alışverişiniz idrake gider… İdrake giden bir sonuç, sizi geçmişte bir şey bırakmamak kaydıyla birlikte götürdüğünüz değerler şeklinde size gelir…

Yaşamınız an’larla dolu geçen süreçlere dönüşsün… Sevgi varlığınızdan eksik olmasın…
Cümleten iyi geceler…

(36)