Menü

Merkez Bilgi Alanı Vakfı – 08

30 Ocak 2017 - Merkez Bilgi Alanı Vakfı

MERKEZ BİLGİ ALANI VAKFI – 1999
Perşembe Konferansları Dizisi : 10 / Mayıs / 2001
YENİDENDOÐUŞ MEKANİZMASI ve İŞLEYİŞİ – 1.
Konuşmacı: Nurettin ERSOY
İrticalen yapılan konuşmaların kaset deşifrasyonlarıdır.

Dezenkarnasyon, enkarnasyon ve reenkarnasyon… Bir enerjitik alandan, somuta; soyuttan, somuta veya enerjitik alandan, madde haline; madde ötesinden, madde haline dönüşü, geleneksel öğretiler enkarnasyon olarak dile getirirler… Dezenkarnasyona ne diyebiliriz..? Maddi ortamdan, madde ötesi ortama veya beş duyuyla algılanabilen alemden, beş duyuyla algılanamayan, sezgilerle algılanabilen aleme geçiş, dezenkarnasyondur… Ve bunların tekrarı, ki bu mevcuttur, reenkarnasyon olur… Daha doğru ifadesi ile, Yenidendoğuş olur…

Ancak bizim, bu alan bünyesindeki bilgilerle, bu, geleneksel spiritüel anlayışlarımızda biraz değişimler yapmak gibi bir durumumuz var… Bu çok önemli…. Bu çok önemli, bunu belirtmek istiyorum ki, burada paylaştığımız bilgilerin, sizlerin alışılagelmiş geleneksel veya klasik spiritüel bilgileri ile örtüşmediği noktalarda bazı kavram kargaşaları oluşmasın… Bunu doğal karşılayın, bunun belirli bir çabanız, cehtiniz ile aşılabileceğini, yalnız biraz sabra ihtiyaç gerektirdiğini, dur bakalım demek lazım geldiğini biliniz…

Kavramlar bunlar… Yani biri, madde ötesi alemden, madde alemine veya başka bir ifade ile, görünmeyen ya da beş duyuyla algılanamayan alemden, beş duyuyla algılanabilen aleme geçiş; diğeri ise, duyularla algılanabilen alemden, (Dünya Fizik alemi) duyularla algılanamayan aleme (Fizik ötesi alem – Ahret alemi) geçiştir… Enkarnasyon ve dezenkarnasyon… Bunların tekrarı da reenkarnasyon, ya da yenidendoğuş adı altında olur…

“Bu eylemin devamı, tekrarlanma şeklinde olmayıp, yenilenme şeklindedir… Her seferinde yeni uzuvlar ilave olmakta ve eskileri şekil değiştirmektedir… Süreklilik ifadesi, yenilenmeye eşit olduğunda gerçek manasını teşkil eder…”

Varlığın bilgiyle irtibatında en önemli husus,sükunet halidir… Sükut ve sükunet içerisindeki bir durum, bilgiyle varlığın bütünleşmesine çok önemli bir zemin teşkil eder… Onun için bilgiyle karşılaştığımızda tevekkel olmak, eskilerin ifadesi, sükunet içerisinde olmak, sakin olmak, gerekir…”Dur bakalım, ben samimi olarak bu bilgiyle temasımı, yoğunlaştırmak, daha koyultmak istiyorum, zaman enerjisi bunun için faaliyette bulunuyor, ben de, zaman enerjisinin bu faaliyetine müsaade etmek istiyorum…” deyip, sakin olmamız ve bilginin, yavaş yavaş varlığımıza intikaline müsaade etmemiz lazım… “Anlayamıyorum, yapamıyorum, karmaşa içindeyim, daha önceki bilgiler böyle değildi, şimdi karşımıza farklı bir şey çıktı, ben yıllardır başka bilgilerin peşinde koşmuşum yazık etmişim veya şimdi yazık ediyorum…” gibi bir takım beşeri telaşlar, endişeler, zaman kaybıymış gibi algılamalar veya çok değerli bir bilgiyle karşılaşmanın coşkusuyla herkesten kendimizi ayrı görmek gibi duygusal hezeyanlar bize yakışmaz… Bizim yapacağımız nedir..? Yapmamız gereken, sakinlik içerisinde, sükut ve sükunet içerisinde, yeni gelen enerjiyle varlığımızın bir iletişim içerisine girmesine müsaade etmemizdir… Geçen haftalarda da dile getirdim, bir küçük özet yapıp derhal ana konumuza geçelim…

Geçen haftalar dedik ki;

Yaradılış hakkında, var oluş hakkında, yaradan hakkında bir bilgi, bir fikir, bir anlayış edinmek için, mutlak surette beşeri beynimizdeki sınırlandırmaları ve koşullandırmaları kaldırmamız ve dolayısıyla da “beynimize ve düşüncelerimize sınır koymamıza engel olmamız lazım…” Bunu geçen ayki konferanstan hatırlarsınız…

Bakınız şöyle diyor;

“İnsan gücünün, gerek psişik, gerekse fizik olarak ortaya tam manasıyla çıkamamasının sebebi, daimi olarak beyninize, düşüncelerinize sınır koymanızdan ileri gelmektedir…”

Şimdi bizim burada ilk yapacağımız şey, bu tür, yaradılışla alakalı bir meseleyi kavrayıp anlayabilmek ve varlığımıza sindirmek için, önce bir kere klasik beyin sınırlandırmalarımızı hemen ele alıp o sınırlamaları yok etmeye çalışmamız lazım… Eğer bunu becerebilirsek, o zaman, Yaradan mekanizmalarından haberdar olmak ve o bünyeye dahil olduğumuzu anlamak için bir fırsat elde edebiliriz, yoksa edemeyiz… Çünkü beşeri yapıdaki beynimiz sınırlılıktan başka hiçbir öğeyi kabul etmez… Başı ve sonu olmalı yani sınırlı olmalı ve sonsuzluk anlayışı da, bu tarz bir sonsuzluk anlayışı da, Yaradan hakkında bir bilgi, bir anlayış edinme için gayet engeldir… Onun için sınırlarımızı, beynimizdeki düşünce sınırlarımızı ve giriftlik anlayışımızı yani birbiriyle olan irtibatların çeşitliliği anlayışımızı mümkün olduğu kadar zorlamamız lazım… Bu çok önemli bir husustur… Yoksa kısır, anlamakta güçlük çeken, hatta anlayamadığı için de biraz sıkıntı çeken varlıklar durumuna girebiliriz…

Geçen konferansımızda, “insan gücünün, gerek psişik olarak yani alansal olarak yani ruhsal olarak; gerekse fizik olarak, ortaya tam manasıyla çıkamamasının sebebi; beynimize, düşüncelerimize koyduğumuz sınırlardır…” demiştik… Bunları yok etmek lazım diyorum… Biliyorsunuz, yaradılış hakkında bir bilgi edinmek için önce teklik anlayışımızı geçen konferansta dile getirdik, teklik, birlik başka hiçbir şey yok… Karmaşayı bir kenara atmanın tek yolu, tek bir enerjiden hareketle meseleye bakmamızdır… Sade ve kuvvetli olan bir bilgi böyle ifade edilir…

Bakınız, ne deniyor;

“Yaradılmış olanın tek bir formdan hareketle, muhtevasında sonsuz ihtimalleri beraberinde taşımış olduğunu, bu ihtimallerin ise sonsuz açılımlara sahip olduğunu, bunların her bir uzantısının ise değişik kainatlar içerisinde kendilerine kolayca yer bulabildiklerini tasavvur edebilmeye çalışırsanız eğer, içerisinde bulunduğunuz sistemin bütün komplikasyon görüntüsüne rağmen tek ana prensibe bağlı olduğunu sezebilirsiniz…”

“Çok büyük bir komplikasyon içerisinde, çok devasa, anlayamayacağımız karmaşıklıklar içerisinde bir yaşam sürüyoruz” yanılgısından kurtulmak için, mümkün olduğu kadar sadeliğe yönelmemiz ve bilgilerle de, sade ve kuvvetli olanlarıyla muhatap olmamız gereğinden söz ettik…

Bakınız, doğumdu, ölümdü, sebebi bilinmeyen doğumlar, sebebi bilinmeyen ölümlerle muhatap olan dünya insanlığı, aslında karmaşanın, detayın detaya hizmet etmesinden kaynaklanan bir karmaşanın muhatabıdır ve dolayısıyla karmaşanın içerisinde neyin ne olduğunu, neye hizmet ettiğini, kendisinin kim olduğunu, kime hizmet ettiğini, niçin burada bulunduğunu, neye hizmeten burada bulundurulduğunun bir türlü bilgisine sahip olamamaktadır… Bir ölüm vardır ki, biz onu yok oluş biliriz… Bir doğum vardır ki, onu mutlulukla karşılarız ama ne mana ifade ettiğini de çok fazla bilemeyiz… İşte Allah bir can verdi, geri alacak olan da odur diye böyle geleneksel fakat bilgisizliğe dayanan bir kabul, bilgiye dayanan bir kabul olsa başımın üstünde yeri var ama bilmemeden kaynaklanan, çaresizlikten kaynaklanan bir kabul ile biz ölüm ve doğumu karşılarız… Oysa ki, doğum ve ölüm, hiç bizim anladığımız manada bir kayıbı veya bir sahiplenmeyi ifade etmez… Biz doğumları hep bir sahiplenme vesilesi kılar ve bir varlığı kölemiz haline getirircesine kucaklarız… Ölümü de bir kayıp, bir yok oluş anlayışı içerisinde karşılar, hüzünlenir, mahvolur, kahrolur fakat zaman enerjisinin, Yaradan’ ın bir nimeti olarak, üzerimizdeki etkisiyle onun da acıları sönümlenir gider ve yaşadığımız bizim yanımıza kâr değil zarar kalır… Oysa ki; doğum ve ölüm hiç bildiğimiz gibi olmayan, bir süreklilik içerisindeki küçük geçiş kesitleridir… Geçen ayki konferansımızda hatırlayacaksınız;

“Biliniz ki, kesintisiz hayat vardır…” demiştik…

Ruh varlığı, sonsuz yolculuğunda, hep geçişler içerisinde yolculuğuna devam eder, kesinti hiçbir zaman yoktur… Yani bir baş ve bir son asla yoktur… İşte biliniz ki, kesintisiz hayat vardır… Doğum ve ölüm yani dünyaya enkarne olmak ve dezenkarne olmak yani görünmeyen alemden, fizik alemde görünür hale gelmek ki, bir cenin ile bu oluyor, anne vasıtasıyla oluyor veya görünür halden fizik ötesi yani beş duyuyla algılanamayan hale gelmek buna da ölüm diyoruz…

“Doğum ve ölüm iki ucun birbirine çok yaklaştığı andır”

Yani fizik ötesi alemdeki varlığımızın, fizik alemdeki varlığımızla en çok yaklaştığı anda vuku bulur diyor…

“En çok elektriklenmenin olduğu bu anlar…” bakınız bir enerjiden söz etmiştik, asıl varlığımız olan enerji, işte elektrik diye ifade ettiği de bizim anlayışımıza yardımcı olsun diye, yeryüzündeki, dünyadaki enerjilerin en çok bize bir şey ifade ettiği olgu elektriktir… Onun içinde;

“En çok elektriklenmenin olduğu bu doğum ve ölüm anları, aynı zamanda şarj noktalarıdır…” diyor…

“Bir taraf şarj olurken diğer taraf deşarj olur…”

Biliyorsunuz, enerjinin dolumuna şarj, boşalımına deşarj diyoruz… Bir taraf şarj olurken, diğer taraf deşarj olmaktadır…

“Bedenin kullanılması suretiyle yapılan hareket, bedenin ne kadar önem arz ettiğini sizlere ifade etmelidir…”

Bir araç olarak bedeni kullanıyor bu elektrik, bu ruh enerjisi, bu evrensel, kozmik enerji, bu asıl varlığımız olan enerjitik alan, bedeni bir araç olarak kullanıyor ve o araca şarj oluyor… Yani doluyor… Aynı, bir aküyü beden olarak düşünün ve oraya şarj ediyorsunuz elektriği, uzun süre o akünün içinde o elektrik potansiyel bir vaziyette duruyor ve o akünün bir motoru çalıştırmasına, bir arabanın marşına bastığınızda araba motorunu güçlü bir şekilde çevirmesine o elektrik sebep oluyor… Ne oluyor o sırada..? Deşarj oluyor… Fakat motor çalışınca hemen bir şarj dinamosu tekrar onun elektriğini tamamlıyor ve akü uzun yıllar mutlak şarj ve deşarj olayıyla o bedeni kullanarak bir takım eylemlerin meydana gelmesine, bir takım hareketlerin yapılmasına sebep oluyor… Bizler de, akü misali, bedenlerimizi ruhsal, asıl enerjitik varlığımızdan şarj ediyoruz ve yeryüzüne enkarnasyon dediğimiz, doğum dediğimiz hadiseyi oluşturuyoruz… Ve bu enerjiyle şarj olmuş olan bu bedenlerimiz, araç olarak bir takım eylemler meydana getiriyor… Zaman zaman deşarj olarak enerjimizin tükendiği zamanlar olduğunda hemen kendimizi kızağa çekiyoruz, istirahat ederek, tatil yaparak, dünya tesirlerinden, bizi boşaltan, deşarj eden tesirlerden kendimizi kurtarıp şarj olmaya başlıyoruz… Ölüm ise; nihai bir deşarjdır… Zaman zaman enerjimizin tükendiği anlarda kenara çekilip bu enerjiyi toparlamamız mümkün… Hatta akünün bazı bozuklukları olur, bu defa tıp devreye girer, aküyü tamir etmek üzere bazı kimyasal müdahaleler de yapar… Der ki, sen öyle istirahata çekilerek pek fazla şarj olamayacaksın, senin nörotik yapında o enerjinin girmesine engeller var veya makinenin bir tarafı bozuk, aküne bir müdahale lazım, ameliyata yatırır, o aküdeki mekanik bozukluk giderilince, o zaman, şarj mümkün olabilir, dolayısıyla hastalık hali sağlık haline dönüşür… Yani şarj olmuş bir beden olarak faaliyetimize devam ederiz…

İşte bu şarj ve deşarj meselesi çok önemlidir… Varlık aküsü, zaman enerjisinin yıpratması sonucu öylesine bir hale döner ki, artık ona bir takım mekanik müdahaleler, tıbbın müdahaleleri, kimyasal veya ameliyat dediğimiz mekanik müdahaleler fayda etmemeye başlar… O zaman varlık ne yapar..? Der ki; “Arkadaş, benim aküm artık tamir olmuyor çünkü niye..? gelen enerjiyi bir türlü bünyesinde tutamıyor ve gelen enerjiyi alamıyor… İşte buna yaşlılık diyoruz… İşte bu safhada varlık, artık enerjiyle irtibatının o beden içerisinde mümkün olamayacağını, o bedenin artık enerjiyi maksada uygun kullanamayacağını anlayıp enerjiyle irtibatını, aküsüyle enerji arasındaki irtibatını kesiverir… Varlık bunu kendisi yapar, buna da ölüm diyoruz… Bu durum, hiçbir zaman, enerji için bir bitiş veya başlangıç değildir… Beden için ama, bir bırakmadır, geçici bir süre kullandığımız bir aracı, bir aküyü terk etmedir bu… Buna da ölüm diyoruz… Tabi bu aküyü burada çok güzel ifade etmiş…

“Bedenin kullanılması, (aracın kullanılması) suretiyle yapılan hareket, bedenin ne kadar önem arz ettiğini sizlere ifade etmektedir…” diyor…

Bu hareket de çok önemli, çünkü bu hareketle biz, bir takım vazifeleri icra edip planımıza veyahut ruhsal aleme intikal ettiriyoruz…

“Onu koruyunuz, ta ki teslim anına kadar, zira üzerinizdeki yükü çok büyüktür…”

Bu da, bizim bedenimizin, enkarnasyon aracımız olan, amacımız değil, aracımız olan bedenimizin ne kadar önemli olduğunun ifadesidir… Madem ki bedenimiz enkarnasyonumuzun aracıdır, maksadı değildir, amacı değildir, dolayısıyla yenidendoğum dediğimiz reenkarnasyon, birinci dereceden bedeni ilgilendirmez… Bedenle alakalı değildir… Reenkarnasyon yani Yenidendoğuş hadisesi, beden ile incelenecek, beden ile tarif edilecek, bedene endekslenecek bir mevzu değildir… İşte geleneksel reenkarnasyon araştırmaları, gerek bilimsel, gerekse bilimötesi veya spiritüel veya metafiziksel araştırmaları bilim kabul etmediği için, onlara, bilimdışı, metabilim sahası diyoruz… Gerek bilimin sahasında, gerekse bilimdışı sahada, metabilim sahasında, reenkarnasyon fikrinin araştırılması beden üzerinde yoğunlaştığı için hepsi yanılgı sebebidir… Reenkarnasyon bedenle alakalı, bedenle bağıntılı ele alındığı anda, tamamen insanlara yararı olmayan sadece merak uyandıran, neler oluyormuş gibi böyle bir takım beşeri, duygusal merakları tatmin eden bir mevzudan öte geçemez… Ve dolayısıyla da sonuç da elde edilemez…

Düşünün, Amerikada üniversitelerde kürsüler kurulmuş, kürsüler oluşturulmuş ve reenkarnasyon konusuna ayrılmış, bu kürsülerde çok devasa isimlerin, kabul edilmiş isimlerin yaptığı incelemeleri biz takip ediyoruz, şahit oluyoruz, bir de bakıyoruz ki, reenkarnasyonu Adana’ daki üç beş tane yurttaşımızın üzerindeki, bedenin üzerindeki lekelerden anlamaya çalışıyorlar… Buraya profesörler geldiler, slaytlar da gösterdiler, burada bir tane leke varmış, burada bir tane çıban çıkmış, burada bir tane iz varmış, tabi ki bunlar olacak, ama bunlar, esas sahne arkasındaki devasa mekanizmal çalışmaların çok zayıf işaretleri… Oradan yola çıkarak mekanizmayı bulmak mümkün değil, önce mekanizmayı kavramak lazım, reenkarnasyon dediğimiz, yeniden bedenlenme, tekrar tezahür etmenin esas mekanizmasını anlamadıkça tabi ki o üzerindeki işaretler olacaktır, onların manasını anlamak mümkün değildir…

Hatırlarsanız şöyle bir çizimimiz var… Burada insanların, beşer varlıkların, bizlerin yani ruhsal alemin birer tezahürü olan ve ruhsal alemin birer vazifelisi olan ve çok derin maksat ve plan ve programla enkarne olmuş bizlerin, şurada gördüğünüz gibi her beşerin, burada gördüğünüz gibi kendilerine ait bir enerjitik alanı var… Bunu artık tekrar tekrar hep söyleyeceğiz, bunu kavrayana, anlayana kadar, çünkü kolay değil… Yani kırk yıl, yirmi yıl, otuz yıl kendini bu beden zanneden, takır takır et ve kemik yığını zanneden bir insana, “yok kardeşim, senin için bu hiç önemli değil, bu aslında bir araçtır, geçicidir, hiçbir değer ifade etmiyor, esas değerli olan senin bir enerjitik alanın var bunu göremezsin, beş duyuyla algılayamazsın, beş duyu algılamalarının dışına çıkabilirsen bir algılama yapabilirsin, onunla algılayabilirsin” dendiğinde bunu kabul etmek, bunu hazmetmek, bunu sindirebilmek kolay değildir… Ama bu böyle… Bizlerin asıl varlığımız bu fiziki, biyolojik makinemizin, resmen makine, araç, tamire soktuğumuz bir makine bu… Bu makinemizin dışında tek tek alanlar diyebileceğimiz bir alanımız var bizim… Hepimiz böylesine bir alanla dolaşıyoruz… Şimdi ben yürüyorum, fizik yapım yürürken, alanım da benimle birlikte geliyor… Duyular dışı algılaması olan, o yetenekte olan, medyonamik yapıda bir varlık, hepimizin çevresinde bu alanları görebiliyor…

MİSAFİR: Aura mı..?

N.E.: Aura, bunun bedene çok yakın olan kısmıdır… O da var, o da bunu içerisinde ama ondan da incelen bir tarzda, genelde görülebilen kısım bunun bedene en yakın , en koyu, en kaba, en maddeye yakın kısmıdır, ona aura denir… O aura ama böyle gittikçe süptil bir şekilde genişleyen, şeffaflaşan bir tarzda hepimizin çevresinde var… Kiminde, az gelişmiş varlıklarda bu, bedene çok yakındır yani bedenin bir iki santim çevresinde turalar ve o bedene hizmet eder… Bunlar genelde daha çok dünyaya daha bağlı, maddenin güdümünde olan ve kendini beden zanneden varlıkların çevresindeki enerji alanıdır… Ama varlık biraz gelişirse yani sizler gibi artık meselenin görünmeyen yönüne meyil edip asıl gıdalarını orada arar duruma gelirse, varlıkta bu enerjitik alanlar derhal genişlemeye başlar… Ve daha geniş bir tarzda varlığı takip eder… Bunlara bizler, tek tek alanlar veya bireysel alanlar deriz… Herkesin böyle bireysel bir alanı vardır… Herkesin alanı kendi tekamül veyahut da gelişim düzeyine bağlı olarak çeşitli ölçülerde, çeşitli yoğunluklarda… Çok gelişik varlıklarda bu alanlar ince, süptil ve rengi de değişiktir… Daha maddeye yönelik varlıklarda rengi daha farklıdır, daha yoğundur, daha dardır gibi… Şimdi bu alanlarımız, bizim esas tekamüle hizmet eden bölümümüzü ifade eder… Bu alanlarımız asıl gelişmeye muhtaçtır, tekamül dendiğinde, bedeni tekamül değil, bu alanların tekamülü esastır… Biz, bu alanlarımızla birbirimizle irtibatlar kurarız, işte fiziki, biyolojik temaslarımız esnasında bu alanlarımızla bilginin içine girer, ortak alanlar falan oluştururuz… Esas olan fikir, bu tek tek alanların mevcudiyetinin dışında, bir de bu alanlara yuvalık eden bir ortak sirkülasyon alanı mevcudiyet bilgisidir… Bu alan, bizlerin, içerisinde sirküle ettiğimiz ortak alanlardır… Mesela burada kaç kişiyiz, kırk, elli kişi… Kırk, elli tane beden var, bu kırk, elli tane bedenin kırk, elli tane tek tek alanı var… Çeşitli yapıda, gelişimde… Bir de kırk, elli tane tek tek alanı barındıran buranın bir aurası veya buranın bir sirkülasyon alanı var… Bizler, işte böylesine bir sirkülasyon alanı içerisinde yani ortak bir sirkülasyon alanı içerisinde dolaşan tek tek alanlarız… Şimdi bakınız, reenkarnasyon ve enkarnasyon fikrine buradan gitmek zorundayız…

Şimdi bu konuyu yeteri kadar zihnimize yerleştirdik mi..? Varlıklar var, biyolojik kaba yapıdaki varlık, bunun etrafında kendine ait bir enerjitik alanı var ve her tek tek enerjitik alanlar, ortak bir sirkülasyon alanı içerisinde yer almakta…

“Varlıkların kendilerine ait alanlarını çevreleyen bir de sirkülasyon alanları olduğu ve varlığın esas tekamül sürecinin bu alan vasıtasıyla belirginlik kazandığı bilinmelidir…”

Cümle bu… Varlıklar bu tek tek alanlarıyla bu sirkülasyon alanında yani genel aura içerisinde istedikleri yöne hareket edebilirler… Fakat şu bilinmelidir ki, bu ortak sirkülasyon alanı, şu özeliktedir; tüm varlıkların bünyesinde dolaşmasına müsaade ederken, o varlıkların birbirleriyle görünmeyen yönde de irtibatlanmalarını temin ederler ve bu alanlar, bu ortak sirkülasyon alanları geçirgendirler… Yani bir varlık o alana kendi tek tek alanından veya ferdi alanından, bazı değerler aktarabilir ve o alandan kendine bazı değerler alabilir… İşte biz bu alanlara, “serbest şuur ortak sirkülasyon alanları” diyeceğiz… Çünkü bizim bedenimizin dışındaki tek tek ve bireysel alanlarımız da, bunların sirküle ettiği genel ortak sirkülasyon alanı da, birer şuur alanıdır… Ve diğer bir ifadeyle bu alanlar birer bilgi depolarıdırlar… Yani, İslami ifade de Levh-i Mahfuz denilen veya Akaşa denilen bu bilgi yuvaları, işte bu bahsettiğimiz alanların hepsidir, tümüdür… Ve o zaman varidat yani yaratılmış olan tüm ortam hafıza ortamıdır… Ve bu hafıza ortamı bütün bilgileri bünyesinde tutarak. varlıkların uzandıkları anda kendilerine o bilginin geçmesine sebep olan, vesile olan, onu temin eden çok önemli enerjitik alanlardır… Ve varlıklar, bu sirkülasyon alanı içerisinde hareketler ve tatbikatlar yaparken, hem yaptıkları tatbikatlardan dolayı kendi alanlarından bu alana bilgiler aktarırlar ve o alanda mevcut olan ve daha önce aktarılmış olan bilgilerden de alım yaparak kendilerine yararlar sağlarlar… Varlıklar sirkülasyon alanı içerisinde her yöne hareket edebiliyorlar ve bu alanlar, varlıkların tek tek alanlarına yaklaşıldığı noktalarda o tek tek alanların özelliğine de sahip oluyorlar… Böylesine bir özellikleri de var… Sirkülasyon alanları dediğimiz bu ortak alanlar, varlıkların gelişimlerini teminde varlıklara gerekli yardımları en iyi şekilde yapandır ve teozofi de, teolojik bilgilerde veya İslam’ın bilgisinde Rahman ve Rahim olan ifadesiyle dile getirilen bu alandır… Ve daima başınızın üstündedir “biz size şah damarınız kadar yakınız…” Yaradan’ ın işte bizim içimize kadar sokulduğu enerjitik yapılar bunlardır… Ve bunlara biz, Yaradan’ ın bizimle bütünleştiği, ortak nokta kurduğu noktalar, alanlar olarak bakabiliriz…

Bakınız, şimdi nereye geliyoruz..? Varlıklar bu alanlar içerisinde yer alabilmek için, bu ortak sirkülasyon alanı içerisinde benim yer alabilmem için çok büyük bir cehde, çok büyük bir uğraşa da ihtiyaç vardır… İşte bir varlığın, böylesine bir ortak sirkülasyon alanı içerisindeki, buna biz ne demiştik, serbest şuur sirkülasyon alanı demiştik, benim böylesine bir alan içerisine girebilmem çok zor bir cehitle olmasına rağmen, biz buna enkarnasyon diyoruz… Ve bu alandan alanımı çekip çıkartıp ayrılmama da dezenkarnasyon diyoruz…

Bakınız, şimdi, enkarnasyon ve dezenkarnasyon yani doğum ve ölümü artık alansal olarak anlamak gibi bir merhaleyi yaşıyoruz şu an… Demek ki, bizler, enkarnasyon fikrimizi, artık bedenin ana rahminden geçip de bazı biyolojik faaliyetlerden sonra yeryüzüne ağlayarak çıkmasını enkarnasyon olarak anlamamızı değiştiriyoruz.. Enkarnasyonu, artık, bundan sonra, “belirli bir ortak şuur alanına kendi alanımın dahil olmasıdır” diye anlamak gibi bir merhaleyi yaşıyoruz… Artık ben enkarnasyonu bir alanın içerisine, ortak şuur alanı içerisine, kendi şuur alanımın dahil olması, o alan içerisine kabul edilmesi olarak anlamak gibi bir değişiklik yapmak zorundayım… Dolayısıyla enkarnasyonlar, bedensel bir mevzu olmayıp, alansaldır… İşte bizler, yeryüzü beşeri olarak, yeryüzü tezahür bireyleri olarak, alansal yapımızla dünya serbest şuur sirkülasyon alanına, yani dünyaya ait bir enerji alanına tek tek alanlarımızla dahil olmuş varlıklarız, işte enkarnasyon böylesine bir şeydir… Bedenim ise, bu alanımı, ben bu alana dahil ederken bedenim ise, bir araç olarak zaten herhangi bir şekilde bana en iyi hizmet eder bir tarzda bana verilecektir… Beden bir araç olarak bu alanın, o alan içerisinde sirkülasyonuna sebep olacağı bir araç olarak beden, o varlığa, o enerji alanına, o bireysel alana zaten araç olarak verilecektir… Dolayısıyla enkarnasyon, bir alanın, diğer bir alana dahil olması şeklinde bir vakadır…

Bakınız ne diyor; “Sirkülasyon alanı, varlıkların yoğunlaştığı noktalarda husule gelen girdaplar vasıtasıyla, tatbikatta bulunacak olan yeni deneyim alanına yuvalık eder…”

Şimdi bu ne demektir..? Ben şimdi dünya ötesi alemde yani beş duyuyla algılanamayan ruhsal alemde bir varlığım… Nasıl bir varlığım, bedenim bu mu..? Hayır değil, orada böyle bir beden kullanamam… Orada ben bir enerji alanıyım… Ne adım Nurettin, ne eşkâlim bu, ne.de böyle bir araç kullanabiliyorum… Orada ben, oranın özeliğine ait bir beden kullanıyorum ama biz şimdi o bedeni beden olarak anlamayalım… O bir enerji beden… Ben orada bir enerjiyken yeryüzünde enkarne olmak ihtiyacını duyduğum anda, ben, yeryüzünde önce beni geliştirecek ve benim tatbikat programım sayesinde kendi de gelişecek bir alan aramaya başlarım… Ve yeryüzünde öylesine bir alan bulmalıyım ki, ben, kendi alanımla o alana dahil olduğumda tatbikatta bulunacak olan, bana yuvalık edecek bir alan arıyorum ben… Ve bu alan, benden önce enkarne olan varlıkların, yani deneyim yapmış varlıkların bilgisiyle dolu bir alan… Bilgi var orada ve ben öyle bir bilgiyle dolu bir alan seçmeliyim ki, benim tatbikatıma o alan ve içindeki bilgi yararlı olsun, ters düşmesin, çelişmesin… Yani benim enkarne olmadan önce seçeceğim bir alan var, o alanın bilgisi benim enkarne olmam için müsait mi, değil mi, bana o bir intiba veriyor… Ve ben, böyle bir alanı bulabiliyorsam ve alan da benim yapacağım deneyimlerden dolayı kendisinde bir gelişim temin edeceğine ikna olabiliyorsa, beni ancak o zaman kabul ediyor ve ben ancak o zaman oraya enkarne olabiliyorum… Ve enkarne olabilmem için tabi hemen fizik planın koşulları, kanunları, yasaları çerçevesine kendimi sokuyorum… Nedir bu..? Ben bir anne baba seçmeliyim bu alan içerisinde ki, onlar sayesinde dünyanın beden sahibi olma prosesi gerçekleşebiliyor… Ben alan olarak yani bir enerjitik varlık olarak yeryüzünde böyle bir enerjitik alana enkarne olacaksam bana diyecekler ki, enerjiye gireceksin ama sana bir beden lazım… Peki ben bu bedeni nasıl elde edeceğim, diyecekler ki, senin o araç olan bedenin ancak bir anne babanın bir araya gelmesinden meydana gelecek… Şimdi ne oldu, dünya yasaları kapsamına mesele girdi… Ne yapmam lazım o zaman..? İşte yüksek rehberlik mekanizması diyecek ki, kendine bir anne baba seç… Şimdi bakınız, burada anne baba da araç, anne babanın birlikteliğinden olacak olan cenin yani bedenin de araç… Burada asıl maksat yani görünmeyen yöndeki, yani sahne arkasındaki maksat nedir..? Enerjitik alanımı yeryüzündeki ben, bir enerjitik sirkülasyon alanına katacak ki enerjitik alanımı geliştireyim… Ama bunu yapabilmem için bir bedene, bir araca, bir alete ihtiyacım var… O zaman sen, yeryüzünde yine araç olarak kullanılan bir dişiyle, araç olarak kullanılan bir erkeğin beraberliğinden bir araç edinebilirsin… O zaman bir anne, bir baba vs. detaylar, detaylar seçilir ama sahne arkasındaki maksat benim enerjitik alanımın yani tek tek bireysel alanımın bir sirkülasyon alanına yani serbest şuur sirkülasyon alanı içerisine girme ihtiyacı, işte budur enkarnasyon… Onun için çocuklarımızı, yeni doğacak varsa veya doğmuş, büyümüş yavrularımız varsa, hep bunlara bu gözle baktığınızda çok fazla farklar algılamaya başlayacaksınız… Yani o varlık anne baba olarak bize muhtaç ama bunun muhtaciyeti sadece aracını oluşturmak ve benim alanımdan yaralanmak şekline doğru yükselen bir muhtaciyet… Benim baba olarak evladıma eğer alansal açıdan yani psişik açıdan, ruhsal açıdan bir katılımım yoksa, baba olarak sadece çok az seviyede maddi bir katılımım olmuştur… Yaradan bir de böyle bir koşullandırma da koymuştur ki, insanlar vazifelerini şevkle, istekle, isteyerek yapabilsin diye… Ama benim baba olarak yaptığım eylem, ona bir beden kazandırdı… Bakın, dikkat edin, ben onun aracını oluşturmasına vesile oldum… Anne baba olarak ve cenin meydana geldi, onu araç yaptım ben… Fakat o aracı kullanacak olan enerji işte o cenin olan, benim evladım olan o enkarnasyondaşımın asıl maksada ihtiyacı olan ve asıl gelişmeye ihtiyacı olan enerjitik ruhsal yapısıdır… Biz bunu ihmal edersek, sadece bir beden meydana getirdik, otuz tanede meydana getirebiliriz, kırk tanede yani o bizim fiziksel gücümüze bağlı ama esas olan enerjitik yapısının kaale alınması meselesidir… İşte biz buna özen gösterirsek, artık evladımız işte benim doğurduğum, süt verdiğim, eğitimini yaptırdığım, işte sen evladımsın ifadesi bu anlayışlar yanında çok kısır… Biz işin maddi eylemleriyle ilgileniyoruz, tabi yapacağız onu ve bunu yapmak için çok da müşkülle karşılaşmıyoruz açıkçası… Ama işte bir evladın, artık, bedeninin meydana getiriliş hesabı sorulacak mahluk olmadığını, asıl olan onun enkarne olmaya ihtiyacı olan ve esas gelişime muhtaç olan enerjitik alanının artık yavaş yavaş kaale alınmasının zamanıdır… O zaman evladınızı karşınıza aldığınızda bakacaksınız, bu tamam güzel bana da benziyor, annesine de benziyor, böyle bir fizik yapı, biyolojik yapı ama bunun bir ruhsal alanı var… Bunun bir muhtaç olduğu, benim alanımla alış veriş yaptığı bir enerjitik alanı var… Ben bununla da ilgilenmeliyim dediğimizde, olayın işte psişik yönü, olayın ruhsal yönü, olayın enerjitik yönü, devasa bir şekilde gündeme geliyor… Dolayısıyla da iş biraz çehre değiştiriyor…

Bir enkarnasyonun, bir doğumun olabilmesi için o enkarnasyonu gerçekleştirecek olan varlığın enkarne olacağı enerjitik alan içerisine kabulü çok zordur… Çok büyük bir cehti, çok büyük bir uğraşıyı ifade eder… Çünkü o alanın, hem o tatbikat programını taşıyan o enerjitik varlık enerjisini kabul etmesi, hem ona hizmet etmesi, hem de onun hizmetinden kendisinin yararlanması gibi iki taraflı bir faydalılık söz konusudur… Onun için enkarnasyonlar öyle kolay kolay olmaz… Çok zor olur ve bir varlığın da enkarne oluyorsa mutlaka ihtiyacı olan bir alana enkarne olduğunu da bilmek zorundayız, böylesine bir kozmik şey vardır… Varlıkların bu tezahür dediğimiz alanını bir serbest sirkülasyon alanına dahil etmesi ve orada bir bedenle bir takım tatbikatlar yapması ki, enkarnasyondur, bunu yapması çok ilahi, çok yüksek seviyeli yaradılışa hizmeten maksatlar taşır… Böyle gelişigüzel değildir, burada varlık, oraya enkarne olduktan sonra yaptığı tatbikatlarla o enkarne olduğu sirkülasyon alanını besler… Oranın bilgisini yükseltir, oranın zaviyesini yükseltir ve aynı zamanda kendi de ona zaviye kazandırırken, o alandan aldığı bilgilerle kendi alanını da geliştirir… Kendi alanı geliştikçe, o alana faydalı, o alana faydalı oldukça, o alan da, ona faydalı olur ve dolayısıyla gördüğünüz gibi küresel, bütünsel ve devasa bir tekamül devreye girer… Ve dolayısıyla burada diyebiliriz ki, ferdi tekamülün artık yavaş yavaş silinmeye başlaması, global bütünsel bir tekamülün artık anlayışlarımıza yerleşmesi lazımdır… Şimdi burayı bir sirkülasyon alanı düşünün benim burada ne işim var..? sorusunu sorduğumuzda çok güzel bir ortam işte, yiyoruz, konuşuyoruz, ben gelişiyorum, bilgi alıyorum, kendimi çok enerjitik hissediyorum, dışarı çıktığımda girmeden önceden kendimi iyi hissediyorum… Tamam bu var ama farkında değiliz ve ciddiye almıyoruz ki, biz kendimizi burada değiştirirken aslında bu alanı da geliştiriyoruz… Esas olanın da, birinci derecede dominant olanın da, alanı geliştirmek olduğunu yavaş yavaş zihnimize, fikrimize yerleştirmemiz lazım… Tekamüller bireysel ve ferdi olmaktan, artık bütünsel ve global olmaya doğru gitmelidir… Ve ben kendi alanımı geliştirmek sorumluluğunu taşırken aynı zamanda enkarne olduğum sirkülasyon alanını da geliştirmek gibi bir sorumluluğum var… Varlık, bu bilgiler ışığında, yeteri kadar sindirebilirse bu bilgileri, bir süre sonra görür ki, artık yavaş yavaş kendi alanından çok oluşturduğu ve dahil olduğu alandan sorumlu olmaya başlıyor… İnsanların, dünya beşeriyetinin, hâlâ egoizmanın, kendinden başka, alanı bırak, alanından haberi yok, bedeninden başka bir şeyi düşünmemesi, bu bilgiler yanında ne kadar acı ne kadar düşündürücü, ne kadar çaresizlik hissi veriyor…

Böylesine bir enerjinin kendini sürekli olarak belirli alanlar içerisinde tezahür ettirmesi ve geri çekmesi yani enkarne olması ve dezenkarne olması hiç bitmez bir tarzda süreklilik ifade eder… Yani bu ne bir başlangıçtır ne bir sondur… Bir sürekliliğin ifadesidir… Yalnız bu süreklilik esnasında sürekli yenilenme söz konusudur… Yani süreklilik yenilenmeyi ifade eder… Her enkarnasyon, dezenkarne olduğu vakit enkarne olduğu ana göre son derece yeni, son derece gelişik bir durumdadır… Yani bu tekrarlanma şeklinde değildir… Reenkarnasyonu tekrardoğuş diye algılarken bunu katiyetle birbirinin aynı kopyalar şeklinde algılamamak lazım… Her enkarnasyon, o enkarne olduğu alan içerisinden kendisini geri çekerken yani dezenkarne olurken, enkarne olmaya göre tamamen bambaşka bir yapıya, bambaşka bir özelliğe, bambaşka bir yeniliğe uğramıştır… Dolayısıyla böylesine bir enerjinin varlığını bilmek, işte bizim enkarnasyon anlayışımızı yavaş yavaş değiştirecektir…

Beş duyuyla algılanabilir madde haline geçişte aktif olan enerji, Zaman Enerjisidir… Tabii zaman enerjisi yaradan enerji olarak anlaşılmalıdır… Bizim, işte, dünyasal zaman dilimleri ölçümü şeklindeki, o yanlış, lineer bir zamandan söz etmiyoruz… Zaman bir enerjidir ve bu enerji yaratma eylemine haizdir… Yani varlıkların tezahür etmesidir, meydana gelişidir… Dezenkarnasyonları da meydana getiren zaman enerjisidir… Bu çok önemli bir ifadedir… İdrak edene kadar bunu, burada böyle tutmamız lazımdır… İdrak etmek gereği var ama edebilirsek… Yaratan enerji zaman enerjisidir… Bakın, tezahür dediğimiz olgu yani bizlerin yeryüzüne enkarne olması ve dezenkarne olması…

Bakınız ne diyor;

“Her şey birbirinin devamı olarak ve birbirinin özelliğini taşıyarak kendisinden sonrakini meydana getirirken, öncekileri ve sonrakileri de ifadeten orada bulunmaktadır…”

Bu nasıl bir şey, eğer bunu biz, enkarnasyon ve dezenkarnasyon yani reenkarnasyon vakasını bedensel, fiziksel, maddesel yönüyle ele alırsak işin içinden çıkılır bilgi değil… Ancak az önce aktarmaya, sunmaya çalıştığım enerjitik alanlar bakımından ve bu enerjitik alanların birer bilgi yuvası olduğu, birer hafıza ortamı olduğu ve varlıklar bu hafıza ortamlarına kendi küçük hafıza ortamlarıyla girip o hafıza ortamından kendinden kendine olan alışverişler yaptığı fikri eğer biraz olsun oluşursa, bu bilgi, gayet devasa bir meseleyi anlatıyor..! O da nedir..? Tezahür eden her şey, şimdi bizler, hepimiz, tek tek alanlarıyla dünya serbest şuur sirkülasyon alanına ve onun daha küçük bir alanı olan Türkiye şuur alanına, onun daha küçüğü olan İstanbul şuur alanına, onun daha küçüğü olan Beyoğlu alanına, o Beyoğlu alanı içerisindeki daha küçük alanlara Ahmet’ in ailesi, Mehmet’ in ailesi vs. bütün bunların birer alan, alan, alan, olduğunu artık anlamaya çalışmalıyız… Ve bizlerde Mehmet’ in Ayşe ile birlikteliğinden meydana gelen bir aile alanının içerisine tek bir alan olarak girmeliyiz… Hepsi alan sahamızdır, madde yok, yani beden yok ve ben işte tek alanım olarak anne, babamın alanına dahil oldum, anne babamın alanı sülalesinin alanıyla bütünleşti, sülalesinin alanı İstanbul alanı,Türkiye alanı derken Ortadoğu alanı, oradan da yayıldı dünya alanı içerisinde ben yer alıyorum… Enkarne oldum… Ne yaptım bu enkarnasyon öncesi, önce dedim ki yüksek hami varlıklarımın da yol gösterisiyle ben dedim dünyaya enkarne olacağım… Dünyanın dışında da enkarne olacak çok yer var… Ben dünya alanına enkarne olacağım dedim… Dediler ki, uygundur, dünya alanına enkarne olabilirsin çünkü senin yaptığın hayat planında dünyada, hem dünyanın o hayat planının tatbikatına ihtiyacı var hem senin dünyanın sana sunacağı bilgiye ihtiyacın var… Bakınız, hem benim bilgimle ben orayı etkileyeceğim, hem oradaki hazır bilgiyi alacağım… Demek ki, bir varlık bireysel kendi alanıyla bir ortak şuur alanına enkarne olurken önce o ortak şuur alanında mevcut olan bilgiden yararlanıp yararlanmadığına göz diker… Ve eğer varlığın ferdi gelişimine, ferdi alansal gelişimine o alan içerisindeki bilgi yeterliyse ve kendi tatbikatları da o alana hizmet edecekse o zaman enkarne olur, zaten alan da onu o zaman kabul eder… Bakınız burada orijinal bir ifade var, çok çarpıcıdır, onu sizinle paylaşayım… Bu kabul meselesi yani bir alanın tezahür edecek veya enkarne olacak alan hakkındaki ifadeleri şudur diyor ki;

“Dünyanız bir varlık olarak içerisinde yer aldığı sirkülasyon alanının kabulünü sizlerin anlayışına göre çok uzun zaman beklemiştir…”

Yani dünyamızda fizik yapısıyla tezahür ederken, o tezahür edeceği uzaydaki, güneş sistemindeki hangi alansa, o alanın kendisini kabulünü uzun bir süre beklemiştir… Bizler de enkarne olurken, şimdi dünyaya enkarne olacağım, tamam dediler ki ol… Ondan sonra dünya beni kabul ediyor, okey… Fakat diyorum ki, o zaman peki dünyada nereye olacağım..? Benim hayat planımı uygulayacağım en uygun daha küçük alan hangisi..? Diyorlar ki, Türkiye’ ye enkarne olacaksın… Ondan sonra Türkiye’ nin ortak alanı, ortak sirkülasyon alanına ben ferdi alanımı enkarne etmeden önce sirkülasyon alanı diyor ki, hayır diyor, dur diyor… Ben seni kabul etmiyorum, niye..? Çünkü diyor senin yapacağın tatbikat benim alanımın bilgisi ile uymuyor… Senin yapacağın tatbikatın bilgisini bana faydası yok, benim şu anki, şu zaman ve mekan kesitindeki bilgimin de sana yararı yok, onun için sen başka bir ülke seç diyor… Ve belki de ben planımı değiştirip başka bir ülkeye enkarne olmayı yapabileceğim gibi, belki de hayat planımı değiştirmiyorum, bekliyorum ki, Türkiye enkarnasyon alanı değişsin bana uygun hale gelsin… Ve böylesine yüzyıllarca beklemek lazım… Ve bir süre sonra Türkiye dediğimiz, misal veriyorum Türkiye’ yi o alanı, yani görünmeyen yöndeki enkarnasyon alanı, öyle bir yapıya bürünüyor ki, yavaş yavaş, tabi nasıl bürünüyor, orada enkarne olan varlıkların faaliyetiyle… Öylesine besliyor ki, enkarne olan varlıklar o alanı, alan belirli bir seviyeye çıkıyor, o zaman diyorlar ki, tamam diyorlar, ben şimdiki Türkiye’ nin alanına gidebilirim yüz yıl bekliyorum onu… Ondan sonra enkarne oluyorum alan beni o zaman kabul ediyor… Onun için bir enkarnasyonun çok kolay olmadığını ve çok büyük emekler, cehitler, beklemeler, mücadeleler gerektirdiğini bilirsek doğacak yavrularımızın, torunlarımızın, bana göre bundan sonra torun olur herhalde, torunlarımızın ne büyük bir cehitle, ne büyük bir program ve organizasyonla, enkarne olduğunu, alanımıza katıldığını ve esas onun ihtiyacının alansal etkileşimlerle gelişmeyi hedeflediğini, fiziken doyurmuşuz, doyurmamışız tabiiki doyurmak lazım… Kendi alanımın imkanını sunmak için ben önce kendi alanımı yeteri kadar geliştirdim mi..? Geliştirmeliyim ki, o bana enkarne olmuş, benim alanımdan yararlanmayı hedef edinmiş olan bu yavruma, ben alanımdan gereken bilgiyi verebileyim…

Şimdi meseleye böyle bakarsak, bizler için önemli olan alanımız olduğu ve alanımızın gelişmesinin ne kadar çok önem arz ettiğini anlamaya başlıyoruz… Bu sistem içerisinde varlıklar için enkarnasyon süreklidir… Bizler sürekli olarak enkarne oluruz ve dezenkarne oluruz… Bakınız, alanlarımızın gelişimi ve ortak şuur alanlarıyla olan iletişim sonucu her iki alanın da gelişimi söz konusudur… Şimdi biz bu akşam bu bilgileri paylaşırken enkarne olmadık mı..? Olduk tabi… Enkarnasyonu böyle anlamak lazım, şimdi hepimiz tabi az veya çok kimi az yararlandı, kimi çok yararlandı belki hiç yararlanmayan da olmuştur, mutlaka alanlarımızda bir gelişme, bir değişim, bir farklılaşma olmuştur… İşte enkarnasyonu böyle anlamak lazımdır… Ölüm ve doğum bunun en ciddiye alınmayacak en az önemsenecek, hatta hiç önemsenmeyecek, fiziki bir vakasıdır… Ölüm, bir geçiştir, hatta bizim enkarnasyonlarımızın bir kayış olduğunu, kayma şeklinde olduğu da ifade ediliyor…

Tabi ki suret dediğimiz, fiziki sima ve cismi yapımız bu anlayış yanında tabiiki önemini yitiriyor… Tabiiki araç olarak da önemseyeceğimiz bir unsurdur… Onu bir araç olarak kullanmak kaydıyla önemsememiz gerekir… İlerleyişimiz daima alansaldır, cismani değildir… Eskilerin ifadesi veya tasavvuf ehlinin ifadesi ile; cismani değildir, ruhanidir diğer bir ifadeyle… Ruhanidir, manevidir ilerleyişiniz yani alansaldır, enerjitik alanlarla olmaktadır… Ve varlıklar bu alanlarla mevcuttur… Eğer bizler mevcudiyetimizi, bedenin mevcudiyetinin yanılgısından kurtarıp alansal mevcudiyetimizin anlayışına götürebilirsek korkunç kozmik varlıklar konumuna geliriz biliyor musunuz..? Ve alanlarımızın bir özelliği var biliyor musunuz..? Bu da kesin bir bilgidir… Alanlarımız varlık tarafından zihni olarak yani akıl ve bilim faaliyeti olarak eğer konsantrasyonuna dahil edilmişse alan derhal kendini geliştirir böyle bir özelliği var… Bizim alanlarımızın, ferdi alanlarımızın gelişmesi, genişlemesi ve tekamül etmesi zihnen ona konsantre olmamıza bağlıdır… Yani varlık eğer onu zihni olarak gündeme alabiliyorsa, düşünsel faaliyeti dahiline alabiliyorsa alan derhal kendisini genişletir ve bir sonraki sınırı kendisine sınır edinir böyle bir özeliği var…

Şimdi ben enkarne olduğum alanı hedef aldım kendi alanımın ortak gelişeceğini anladım, bu alanın da benden gelişeceğini de kabul ettim… Alan beni kabul etti ben de okeyledim ve alana enkarne oldum… İşte geldim buraya enkarne oldum… Yalnız bir olay var, şimdi ben alandan, neyinden yararlanıyorum..? Alan biliyorsunuz bir hafıza ortamıdır yani bir akaşik yapıya sahiptir benden önce orada faaliyette bulunmuş, enkarne olmuş varlıkların tüm bilgileri orada var. Şimdi ben enkarne olduğum alanın bu bilgilerinden yararlanmak şansına sahibim ve ben de o enkarnasyonumdan önceki tatbikatlarımın tüm bilgisini kendi alanım da saklı tutmaktayım çünkü benim alanım da bir hafıza, resmen teyp kaydı gibi. Ben önceki yaşam deneyimlerimin bütün bilgisini kendi alanımda toplamışım ve o alanımla enkarne oluyorum. Varlıklar diyor enkarne olurken, tüm hülasalarını, ışıklarını, bilgilerini bir fanus şeklinde beraberlerinde getiriler. Bilgi bu. Yani bir varlık enkarne olurken daha önceki deneyimlerinin tüm bilgilerini yanında hülasalar şeklinde taşıyor. Ve onunla geliyor bir alana enkarne oluyor. Şimdi alan, bendeki alanımda mevcut bilgiyi alacak, faydalanacak. Ben alanda benden önce enkarne olmuş varlıkların bilgisini alacağım faydalanacağım. İşte şuur, serbest şuur alanlarının etkileşimi ve birbirlerini geliştirmesi meselesi çıkıyor…

Bakınız burada diyor ki; her şey, enkarne olan her şey mesela ben, siz, birbirinin devamı olarak ve birbirinin özelliğini taşıyarak kendisinden sonrakini meydana getirirken, yani ben, görünmeyen yöndeyken kendimden sonrakini, görünen hale gelerek bir alan içerisinde enkarne olarak meydana getirirken, öncekileri ve sonrakileri de ifadeten orada bulmaktayım… Ben orada bulunurken, benden önce o alanda tatbikat yapmış ve o alanı terk etmiş dahi olsa bütün o varlıkların bilgisiyle ben bu ortamın ve benim daha önce geçmiş enkarnasyonlarımın bilgisiyle o alana katkıda bulunuyorum… Bu ne demektir biliyor musunuz..? Yani bireyselliğin, tamamen yok farz edileceği, tamamen toplu tekamülün, toplu gelişimin ve bizlerin ancak birbirimizle bir bütün olduğunun fikrinin çok belirgin bir şekilde ifadesidir… Onun için aramıza enkarne olan herhangi bir varlık o alana ne büyük katkılarda bulunacağını ve alanın da ona ne büyük katkılarda bulunacağı fikrinin burada çok iyi anlaşılması lazım… Her şey, demek ki enkarne olduğu alanda birbirinin devamı olarak var yani ben buraya enkarne oluyorsam, daha önceki enkarnasyonlarımın tüm birikimleriyle buraya geliyorum ve o geldiğim alanda daha önce tatbikat yapmış ve dezenkarne olmuş tüm varlıklarında emeklerinin birikimleri var… İşte onun için Türk ulusu, Türk toprakları içerisindeki farklılığı hep bu alanın nemalarını kullanmasından kaynaklanıyor… Eğer bu topraklar yani Türk ulusunun yaşadığı topraklar, daha doğrusu Türk ortak şuur alanı içerisinde nice Yunus’ lar, nice Mevlana’ lar, nice işte evliya vs. ler falan o yüce seviyeli varlıklar olmasaydı Türk milleti böylesine doğduğu anda farklı bir vasıfta, belirgin bir vasıfta olmazdı ve bu alanı seçmede, bu alana muhtaç veya bu alanı geliştirme ve bu alandan dolayı gelişme ihtiyacında olan işte bu varlıklar sayesinde olmuştur… Onun için Türk topluluğunun diğer dünya milletlerinden farklılığı ve de vazife yükü taşımasının görünmeyen sahne arkasındaki bilgisi budur… Ne demek Türkiye farklı..? Türk ulusunun nesi var..? Türk ulusu böylesine hazır, beslenmiş ve böylesine Mevlana’ lar, Yunus’ lar gibi tatbikat yapmış varlıkların bıraktığı öğeleri, hafızada bıraktığı değerleri bir miras olarak kullanmak üzere enkarne olmuştur… Türk topraklarına, Türk ulusunun şuur alanına enkarne olduğu anda zaten o bilgileri almıştır, bilgilere sahiptir… Hiç farkında bile değil varlık, bir Mevlana’ nın sevgisini tezahür ettirebilir… Bir Yunus titreşiminde bir varlık oluverir… Yahut bütün Yunus lar Türkiye den mi çıkıyor, bütün Mevlana lar Türkiye den mi çıkıyor..? İşte o alan daima bu değerlerle beslenmiş, çok yoğun yüksek seviyeli titreşimlere sahip ve o alana enkarne olan her varlıkta, o alanın o bilgisinden hakikat yararı sağlamak üzere oralara enkarne olur… Dolayısıyla bir süre sonra tatbikatını yaptıktan sonra o alandan çekildiğinde dezenkarne olmuş olur ve dezenkarne olurken de oraya yepyeni değerle bırakmış olur…

Bakınız, burada şöyle bir ifade; dünya fizik plan içerisine enkarne olan varlıklar, dünya fizik plan içerisine enkarne olan, nerede olursa olsun, yani alansal olarak dünyanın alanına enkarne olmuş fakat bir bedeni de mecburen fizik alemde deneyim yapma gibi bir bedeni de kendine araç almış varlıklar, bilgi ve görgü tatbikatlarının bu bölümünü tamamladıktan sonra, bakın bu bölümden başka bölümlerde var, bu bölümü tamamladıktan sonra dezenkarne olurlarken yani o alanı, dünya alanını terk ederlerken, bedenini orada bırakıp, alanını asıl varlığını, dünya dışına götürürken, oluşturmuş oldukları planlarıyla birlikte diğer aleme intikal ederler… Demek ki, enkarne olan bir varlık, o bu bölüme ait bilgi, görgü tatbikatların yaptıktan sonra dezenkarne olurken, enkarne oldukları alana farklı bir alan olarak kendilerini dezenkarne ediyorlar… Ben şimdi üç değerinde bir alan olarak enkarne oldum ve bilgi, görgü tatbikatlarımın bu bölümünü tamamladım… Yedi değerinde bir alan olarak dezenkarne oldum… İşte tekamül, işte evrim, işte yükseliş, işte aydınlanma böyle bir şey… Demek ki, enkarne olmak ve dezenkarne olmak böylesine bir yükselişi, gelişten farklı bir gidişi ifade eder… Gelişte bir iken, gidişte üç olan, gelişte üç iken gidişte yedi olan, gelişte yedi iken gidişte on olan gibi değerlerle bizler bir alana girer, girer çıkarız…

MİSAFİR : Yapay döllenmelerde ne oluyor..?

N. E. : Çocuk oluyor tabi yani o kesin, ama buradaki fiziki icraatın şöyle veya böyle olması mekanizmanın işleyişine halel getirmez… Tabi ki yapay döllenmelerde ki şimdi moda değil mi bunlar..? Bayağı basında falan çıkıyor, yapay döllenmeler, hatta tüpler çıktı, iki anneye bir baba böyle bir şeyler de var… Bunlar çok güzel bilimin gelişmeleri, düşünün, böyle enkarne oluyorsunuz üç, dört tane anneniz var, bir tane baba… Şimdi bütün bunlar, beşeri zihniyetin deneyim, seçim, şansını kullanmasıdır… Kötü değildir, eleştirmeye gerek yoktur, tabi ki dünyasal bir zaafla onları da deneyecektir… Bu anlatılan mekanizmalara hiç halel getirmez… Sadece onlar aracın fizik yasalarca oluşturulmasında, fizik yasalarla oynamaktır… Yine suni döllenmeyle veya tüp metoduyla veya iki anneden bir babadan bebek çıkartma, hepsi bedenin yapımındaki teknolojide oynamalardır… Ama şu ağacı asla etkilemez yine ona ihtiyacı olan bir şarj, bir enerji, bir enerjitik varlık mutlaka o bedeni kullanır, tatbikatını yapar gider… Tüp bebek olmuş veya yapay döllenme olmuş çok önemli değildir… Ve bizim mevzuumuzu da o kadar az ilgilendirir ki bu, çünkü ana fikri etkilemediği için ne olmuş, nasıl olmuş, enkarne olacak varlık o şuur alanını seçip ihtiyacını orada karşılayacaksa ister on anneden bir babadan olsun, isterse on babadan bir anneden olsun… Yani çok önemli değil, onun tatbikatını ve maksada hizmetini çok fazla ilgilendirmez… Bilmiyorum bu tatmin etti mi sizi..? Bu alanda daha fazla yoruma gerek yoktur ki, bilim daha da deneyecektir…

MİSAFİR: Unutma yetisi var bu şeylerimizi nasıl geliştireceğiz..? Oradan getirdiğimiz bilgilerimizi unutuyoruz dünyaya gelince…

N.E.: Unutun tabi, unutacaksınız ki, dünyaya şöyle bir sabitlenelim…

MİSAFİR : Getirdiğimiz bilgiler ne olacak..?

N.E.: Hatırlayın hadi, madem getirdiğinizi iddia ediyorsunuz, o getirdiğinizin içinde aynı bu cümleler var… Unutma prosesi, tüm enkarnasyon mekanizmasının tüm uygulamasında vardır… Varlıklar özellikle daha önceki enkarnasyonlarının birikimini yani hıfz ettikleri hafıza ortamına, alanına biriktirdiklerini plan diyoruz buna, planındaki bilgi bir dahaki enkarnasyonunda unutulmaya tabi tutulur ki, işe, tam maddenin içerisinde uygun ve sabitlenerek başlasın diye… Eğer ki, dezenkarne olurken götürdüğümüz alanı, götürdüğümüz bilgiyi, enkarne olurken getirseydik doğar doğmaz isyan eder çeker giderdik… Benim ne işim var burada, bir de yepyeni örf, adet, gelenek,.ahlak, yeni üniversite kanunları değişmiş, geçen sefer daha rahattım, bu sefer girişler zorlanmış, kademeli yapılmış, isyan eder giderdik… Ama bunu etmemek için hemen derin koşullara girmek için olan unutturulur, ondan sonrada yavaş yavaş hatırlama fırsatları insanlara verilir… Çünkü, enkarne olduğum alanda daha önceki tatbikatların tüm bilgileri de var kendimin de var… Karşılaşmalar yapılır, operasyonlar yapılır, eprövler yaratılır, böyle alanlara bir vesileyle getirilirsiniz, pişirilmiş, kotarılmış sözler önünüze konulur, bunlar hatırlatmalar temrini için, Rahman ve Rahim olan daima lehimize, daima hayrımıza, bir hizmet verir… Öyle bir şey ki; günlük hayat içerisinde sokakta yürürken bir kedinin size yaklaşması, bir çiçeğin açmış olması, bir ağacın yeşermiş olması bile birçok bilginin hatırlanmasına yüzeysel bilgi olarak vesile olur, bizler ağır bilgiyi yani asıl gelişimimizi temin eden bilgiyi yüzeysel bilgiden alırız… Güncel bilgi diyoruz… Hayat içerisinde karşımıza çıkmış olayların bilgisi, bizi ağır bilgiye götürür… Bir gün o kediyi görürüz size sırnaşır, ayağımızla iteriz, ikinci gün görürüz ayağımızla itmeyiz, üçüncü gün severiz, o kedi ne yapar yapar güncel bilgi içerisinde sevmeyi öğretir… Sevmek ağır bilgidir ama kediyi sevmekle sınırlı kalırsak o sevmek değil gönül hoşluğudur… Ama kediyi sevmeden, köpeği sevmeye, oradan kurdu sevmeye, oradan böceği sevmeye, oradan hamam böceğini sevmeye, oradan yılanı sevmeye, ondan sonra insanı sevmeye başlarız en son… Yani yılanı severiz de insanı sevmekte zorlanırız… Tabi ki doğrudur, insanla ilişkilerimizde egolar devreye girer, yılanda ego yoktur… Ego olmayanı sevmek kolaydır ama bütün onlar bizi büyük sevgiye, tek sevgiye, ilahi sevgiye götürücü küçük temrinlerdir, yabana atılmamalıdır… Onun için günlük hayatımızda çok duyarlı olmak, çok farkında olmak gibi gereklilik vardır… Her şeye böyle bakacağız, dört gözle, yahu bu örümcek üzerime geliyor nasıl bir yaratık bir bakayım şuna, bugüne kadar basıp geçiyorduk üstüne veya vuruyordum, öldürüyordum, fıs fıs sıkıyordum, bu sefer öldürmeyeyim şunu, hiç denediniz mi evinizde bir örümceği, her zaman fıs yaptığınız örümceği bir gün de dur fıs yapmayacağım, bir yarım saat dayanmaya çalışıp onu sevmeye çalışacağım dediniz mi..? Böyle uzun bacaklı, iri örümcekler vardır, yapın bakın deneyin, kozmik bir vazife yaparsınız…

MİSAFİR : Örümceğe karşı İslamiyet’ten bir sevgim var, peygamberden dolayı…

N. E. : Öyle sevgi olmaz… İslamiyet’te peygamberi kurtardı diye, falan öyle sevgi olmaz… O, kartvizittir o…

MİSAFİR : Büyüklerden alışmışız…

N. E. : Ama o büyüklerden aldığımız bilgi bizim üzerimizde bir örümceğin yürümesine müsaade etmez… Ne örümceği, feryat figan atarız… Tabi ona biz cennet ve cehennem var olacak korkusundan dolayı saygılı oluyoruz çünkü o peygamberi kurtarmıştır… Onu kurtardığına göre iyi diye… Ama o değil, öldürme güdümüzü, öldürmemeye çevirebilmek için çaba göstermemiz lazım… Dur, fıs fısı sıkmayacağım bugün… O ne yapacak..? Daha yaklaşayım, daha yaklaşayım, tüyleri çok ürpertici, ama ürpermeden durabilir miyim..? Bakınız, bu küçücük güncel deneyim, aslında kozmik bir deneyimdir… Bizi öldürmemeye götürür… Biz öldüren realite varlıkları olarak, sinekten başlayalım, düşünün akşam oturmuşsunuz, keyifle balkonda içkinizi içiyorsunuz, yemeğinizi yiyorsunuz, sohbet var, vızz vızz diye gelmiş, şak bir tane şimdi sırası mı keyif yapıyorum burada… Peki o keyiften biraz kendimizi ihmal edip de dur şunu öldürmeden nasıl savabilirim..? Biraz uğraştırıcıdır o, sinir bozucudur ve o yemeğin de içmenin de keyfini kaçırıyor ama o yemeği içmeyi feda etmek lazım bir tek sivrisinek öldürmemek için… Yapabilir misiniz..?

Şimdi ne dedik..? Varlık dezenkarne oluyor, dünya planına ait olan kısmı bir plan… Bunu yeni mi koyduk..? Bakınız varlık ne yapıyordu..? Enkarne olduğu alanda tatbikatlar yapıp bilgi ve deneyim çalışması yapıyordu… Giderken kendi planına, alanına yüklediği bilgileri de alıp gidiyor… Alana bırakıyor deneyim sonuçlarını, büyük bir kısmı da kendi alıp gidiyor… Demek ki, gelen varlık, giderken bambaşka oluyor… Ama alan da, enkarne olduğu alan da, gelmeden önceki alan değil, o da farklı oluyor… Onun sayesinde biraz gelişti, bilmem anlatabiliyor muyum..? Gelişti…

MİSAFİR : Olması gerekeni söylüyorsunuz gibi bir his var içimde… Gelirken bilgiyle gelebilir varlık ama buradan iki gelmişken üç tane alıp gitmesi şartlara bağlı…

N. E. : Mümkün… Bazı varlıklar vibrasyonel kabiliyetleri itibariyle, yani gelirkenki, daha önceki enkarnasyonların birikimi itibariyle, gelişim seviyesi itibariyle bu bilgilerin kendilerinin meşreplerine uygun olan kısmını tezahür ettirebilirler… Yani o alan içerisinde alanın bilgisiyle kendisinin bilgisini tam tezahür ettirir ve geliştirir… Bazıları ise, sizin o kafanızdaki kişiler, alanın zengin imkanlarından faydalanamazlar… Onlar, enkarne oldukları alanı geliştireceklerine, daraltma yolunu seçerler… Bunlar çoğunluktadır ve genelde beşeriyetin durumunu da bugüne ulaştırmışlardır… Yani bizler enkarne olduğumuz alanı geliştirmek yerine daraltmak becerisini daha çok yapar olduk son zamanlarda… İşte beşeriyetin devre sonu itibariyle yelpazesi veya görünen perspektifi bu…

Kendilerini dar bir çerçeve içerisine hapseden bu varlıklar, yani enkarne olmuş bu varlıklar, bilgilerini daraltıp, kısır hale getiren bu varlıklar, kendilerini dar bir çerçeve içerisine hapseden bu varlıklar, alanın en kaba seviyeli enerjilerini tezahür ettirerek, sathi bir enkarnasyonu tamamlayıp, en kaba enerjileri kullanarak dezenkarne olurlar… Buna sathi enkarnasyon denir… Randımansız, yani adam geldi, elli yıl, altmış yılını heba etti, geldiği gibi gitti..

MİSAFİR: Neden..?

N. E.: Nedeni şu… Bazı varlıklar bundan faydalanmama gibi bir cehitsizlik içerisine, bir şuursuzluk içerisine düşüyor, dünyanın güdümü altına giriyorlar, maddenin onlar üzerindeki etkinliği, onların maddeye teslim olmalarını sağlıyor… Bunlar, maddeyle uğraşmaktan, alansal bir gelişimi yapmayı mümkün kılamıyor… Maddenin güdümüne giren, maddenin kölesi olan, hatta hatta bir ifadeyi daha paylaşalım, zihnime böyle geliyor, söylemeden edemiyorum, şu anda beşeriyet, bedenlerinin kontrolüne kendilerini teslim etmiş vaziyette… Kontrol bedenlerinin elinde… Düşünebiliyor musunuz böyle bir şey..? Alanları olan bir varlıktan söz ediyoruz biz şimdi, alansal gelişimden söz ediyoruz… Yönetimi, bedenlerinin elinde olan bir beşeriyet olduğunu düşünün…

Kendilerini hangi alan içerisinde gelişebileceklerini veya hangi alanın gelişimine daha iyi katkıda bulunabileceklerini daha önceden yüksek uyaranların yardımıyla varlıklar alırlar… Yani enkarne olan varlık hangi alanın gelişimine katkıda bulunabilirim veya o alanın imkanlarından kendimi nasıl geliştirebilirimi yüksek uyaranların yardımıyla tespit ediyorlar ve oraya enkarne oluyorlar… Enkarne böyle bir şey, dezenkarne de bunu tam tersi olarak alanın alandan çekilimidir, yukarıdaki başka bir alana enkarne olmuştur… İşte bütün bu hareket sonsuz defalar tekrarlanırken, biz buna reenkarnasyon diyoruz… Tabi ki bir alan bir yerde tatbikat yaparken, o alanda çok etkin bir deneyim yaptığında yani istemediği bir cinayete kurban gittiğinde veya şok bir ölümle karşılaştığında, o ölümün bilgisi, kendi bireysel alanına nakş olur ve şok bir ölüm olduğu için de bu bilgi onda çok taze, sıcak ve etkin olduğu için, oraya gittiğinde hemen enkarne olacak bir imkan olduğunda, o bilgiden dolayı, vücudunda o bilginin sonucu izler olur ve dolayısı ile de reenkarnasyon da bu izlerle yakalanmaya çalışılır… Çünkü çok taze çok etkin bir bilgidir o şok ölüm, adam mesela bıçaklanmıştır kalbinin ortasından, öylesine bir şuurla yer eder ki, o, kendi alanındaki o bilgiyle şıp diye gider… Dezenkarne olur, o bilgi daha henüz orada teskin olmadan, etkisini yitirmeden, şırak diye tekrar alanıyla enkarne olur ve bir de bakarsınız ki imajinasyonun da o etki olduğu için bedenini meydana getirdiği imajinasyonun da o ize de yer verir… Çünkü bedenlerimiz düşünsel faaliyetlerimizin, imajinasyonlarımızın, formel oluşumlarıdır… Hemen izi de koyuverir, çünkü hıfzında o var… Dolayısıyla da reenkarnasyon izleri dediğimiz ve profesörlerin üzerinde büyük bir itinayla durduğu izler meydana gelir ve dolayısıyla da enkarnasyon buralardan tespite çalışılır… Bu arada tabi ki bir de enkarne olur, küçük yaşlarda, hâlâ orada bu alanda mevcut olan annesini, babasını, akrabalarını hatırlar, bu da yine o taze bilgisinin etkisinin, kaybolmadan, etkisini yitirmeden tekrardan enkarne olmasından kaynaklanan bir hatırlamadır… Katiyetle beden aynı beden değildir, alan ise böyle gidip gelen bir alandır… Beden bu şekilde hizmeten yeniden oluşturulmuştur… Şok ölümlerde bu ihtiyaç, yüksek uyaranlar tarafından himaye eden veya yol gösteren hami varlıklar tarafından deneyimi yarıda kalmasının oluşmaması ya da tamamlanması için yapılabilir… Reenkarnasyon şimdi bitmedi ama bu ileride inşallah daha derin incelenir, şimdi bir ana fikir olarak bunlardır…

(102)