İS 5. yüzyılda Akdeniz’de meydana gelen büyük değişiklik genelde Roma’nın “çöküşü” olarak adlandırılır. Yüzyılın başında
Roma imparatorluğu hâlâ Britanya’dan Büyük Sahra’ya, İspanya’dan Ortadoğu’ya kadar uzanmaktaydı.
Ancak yüzyılın sonunda Roma’nın batı eyaletleri barbar kralların eline geçmişti. İmparatorluk ise Konstantinopolis’ten
yönetilen Doğu Akdeniz’deki parçasından ibaretti.
Roma imparatorluğunun 5. yüzyıl başlarında özellikle batı eyaletlerine olmak üzere, barbarların büyük göçleriyle
karşılaşması, politik parçalanmasına yol açmıştır.
Modern bakış açısından Roma’nın “çöküşü”nün en ilginç yanı batıda barbar krallıklarının ortaya çıkışıdır. Bu süreçte önemli
bir katalizör 370’li yıllarda Orta Asya’dan göçebe bir halk olan Hunlar’ın Doğu Avrupa’ya gelmeleridir.
Bunların Karadeniz’in kuzeyindeki bölgelere göç etmeleri 3. yüzyıldan beri Roma İmparatorluğu’nun aşağı Tuna sınırında
yerleşmiş olan bir dizi Got krallıklarının çökmesini hızlandırmıştır. İmparator Valens 376 yılında, belki de Gotlar’ı Roma
ordusuna almayı umarak, çok sayıda Got mültecisinin Tuna’yı geçerek Roma’nın Balkan eyaletlerine yerleşmelerine izin verdi.
Ancak Gotlar imparatorluğa girdikten sonra Romalı yetkililerin kötü davranışları ve haraç istekleriyle karşılaşınca silahlı
bir ayaklanma başlattılar. Gotlar Balkanlar’da yaygın bir karışıklığa neden olduktan sonra, Valens’in ve doğu eyaletlerinin
ordularıyla Hadrianopolis’te (Edirne’de) 9 Ağustos 378’de karşılaştılar.
Zorlu bir savaştan sonra Valens ve ordusunun üçte ikisi ölünce, Balkanlar Gotlar’ın insafına kaldı. Olaydan 25 yıl sonra
yazan Hıristiyan tarihçisi Rufinus’a göre Hadrianopolis Savaşı “ondan sonra Roma imparatorluğu için kötü günlerin
başlangıcıydı.”
Bunun hemen sonrasında Roma’nın başında bulunan Gratianus, Doğu’nun başına I. Theodius’u geçirdi. (Gratianus ölünce, kısa
bir süre, hem Doğu’nun hem Batı’nın başına Theodius geçecektir.) I. Theodosius, sorunun üstesinden geldi ama önemli bir
ödün vermek zorunda kalmıştı: Gotlar Roma ordusuna asker verecekler ama Roma topraklarında özerk topluluklar
kurabileceklerdi. Bu durum, imparatorluk sınırları içinde özerk barbar gruplarının kurulması için bir başlangıç oldu.
Gotlar’la Romalılar arasında süregelen ilişkiler de uyumlu olmaktan çok uzaktı. Romalı komutanların davranışlarına kızan
Got liderleri Roma askeri hiyerarşisinde daha etkin bir rol istediler ama imparatorluğun bocalaması ve komploları ile
karşılaştılar. Sonunda Alarik’in liderliğinde İtalya’ya bir dizi sefer başlattılar ve 410 yılında Roma’yı yağmaladılar:
Kent, 800 yıldır ilk kez yabancı bir düşman eline geçiyordu.
5. yüzyılda barbar halkların imparatorluğa -özellikle de batı eyaletlerine- dolması ülkenin politik parçalanmasına neden
oldu. 406 yılbaşı günü imparatorluk kuvvetleri İtalya’da bir Got saldırısıyla uğraşırken bir kabileler konfederasyonu Ren’i
geçti, Galya ve İspanya eyaletlerine girdi.
Bunlardan Vandallar 429’da Cebelitarık Boğazı’nı geçtiler ve sonraki on yıl içinde Roma’nın Kuzey Afrika eyaletlerini
fethettiler. Attila’nın liderliğindeki Hunlar, 440 ve 450’lerde yeniden imparatorluğa girip Balkanlar’ı, İtalya ve Galya’yı
ezip geçtiler.
Bu arada Roma yetkilileri topraklarını ve iktidarı barbarlara kaptırıyorlardı. Sonunda imparatorluğun kalbi de daha fazla
dayanamadı. Roma’dan ülkeyi yöneten son imparator olan Romulus Augustulus, 476’da barbar generali Odovakar tarafından
tahttan indirildi.
471’de ölen Theodemir’in oğlu Büyük Theoderich, Doğu Roma (Bizans) imparatoru Zenon tarafından, İtalya’nın ilk barbar kralı
Odovakar’ı devirmek ve Bizans İmparatoru adına yarımadayı yönetmek üzere 488’de düzenlenen sefere komuta etti.
Yaklaşık 100.000 kişilik ordusuyla Ağustos 489 sonlarında İtalya’ya ayak basan Theoderich, sonraki bir yıl içinde
Odovakar’ı üç kez yenmesine ve bütün İtalya’yı denetim altına almasına rağmen saklandığı üç yıl boyunca onu Revenna’dan
çıkaramadı.
Birlikte yönetme anlaşması yapıldıktan sonra Revanna’ya giren Theoderich, on gün sonra Odovakar’ı, akraba ve yandaşlarını
katletti. Artık büyük Roma İmparatorluğu 33 yıllığına Theoderich’in yönetimi altına girecek ve onun yerine de torunu
Athalaric geçecekti.
Bu barbar politikasının batıda imparatorluğun yerine neden geçebildiğini anlamak için yalnızca istilacı barbarların askeri
güçlerine değil, imparatorluğun neden onların saldırılarına dayanamadığı üzerinde de durmak gerekir.
Özellikle yetersiz askeri ve ekonomik kaynaklar açısından imparatorluğun bazı yapısal zayıflıkları hakkında çok şey
söylenmiştir. Her iki durumda da, Roma İmparatorluğu’nun doğuda devam edebilmesi batı ile önemli bir dizi çelişkiyi
gözönüne çıkarttı. Doğu imparatorluğu sınırları ötesinden gelecek bir saldırıya daha hazırlıklıydı.
Bu da Konstantinopolis’deki (İstanbul) imparatorların askeri kaynaklarının batıdaki karşıtlarından daha az baskı altında
olmaları demekti. Her iki bölgede de imparatorluk sakinleri orduya asker vermekte isteksizlerdi ama savunma
gerekliliklerinin daha düzenli bir insangücü ikmaline gerek gördüğü batıda bunun etkileri çok daha ciddiydi.
Aynı şekilde doğu eyaletleri de batıdan daha iyi vergi toplamaktaydılar. Bunun bir nedeni doğuda tarımsal yaşamın batıdaki
kadar istila tehdidi altında olmaması ve askeriyenin hazineden isteklerinin batıdaki kadar fazla olmamasıydı.
Arkeolojik kanıtlar doğu kentlerinin geliştiğini -ki, bu daha büyük bir ekonomik varlığın göstergesidir- ve batıdakilerin
ise daraldığını ve kent yaşamının bozulduğunu göstermektedir. Yalnızca tarımsal ekonomiye dayanan bir imparatorluğun uzun
bir kriz ve karışıklık döneminin güçlüklerine uzun süre dayanamayacağı anlaşılmıştır.
İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde krize karşı birleşik bir tepki eksikliğinin de bunda etkisi olmuştur. I. Theodosius’un
395’te ölümüyle imparatorluk yönetimi doğu ile batı arasında ikiye bölünmüş, her iki yarının da kendi sarayı, ordusu ve
yönetici hiyerarşisi oluşmuştur.
Bu da imparatorluğun doğu ve batı yarılarının bağımsız politikaları olması demekti ki, bu durumda en kötüsünden iki saray
arasında açık bir rekabete neden olabilirdi. Örneğin, Alaric’in İtalya’yı istilası doğu ve batı rejimleri arasında
didişmelere ve tehditlere yol açmıştır.
5. yüzyıl olayları üzerinde odaklanarak Roma İmparatorluğu’nun batıda parçalanmasının bir tür kaçınılmaz felaket olduğu
fikrine kapılmak mümkündür. Ancak 376’daki Got göçü ve 476’da Romulus Augustulus’un tahttan indirilmesi, 3. ile 8.
yüzyıllar arasında Akdeniz dünyasını etkileyen daha uzun bir kültürel, politik ve toplumsal değişimin bir parçası olarak
görülebilir.
5. yüzyılda aniden gerçekleşmiş gibi görünen barbar istilaları aslında çok daha uzun bir kabileler göçüne ve etnik değişim
sürecine aittir. İmparatorluğun sınırlarına büyük barbar saldırıları ikinci yüzyılda başlamış ve üçüncü yüzyıl boyunca da
devam etmiştir. Ayrıca, doğu imparatorluğunun sınırlarında altıncı yüzyıl ve sonrasında, İslamiyetin ortaya çıkışına kadar
yeni halklar ortaya çıkmaya devam etmişlerdi.
Yine bunun gibi imparatorluk toplumu ve kültürü de ağır bir metamorfoz geçirmekteydi. İmparatorluğun kentleri buna iyi bir
örnektir. Pek çok yerde kentler gelişmeye devam ediyorlardı. Ancak bunlar bir zamanlar putperest aristokratların kontrolü
altındayken 4. ve 6. yüzyıllar arasında piskoposların başını çektiği Hıristiyan seçkinlerin hâkimiyetine girdiler.
Bu da birtakım fiziksel değişikliklere yol açtı: Roma dünyasının kent uygarlığı ile geleneksel olarak ilişkilendirilen
binalar -tapınaklar, anfiteatrlar, tiyatrolar ve hamamlar- kullanılmamaya başladı, yerlerine kiliseler hâkim oldu. Diğer
bir deyişle, Roma İmparatorluğu’nda barbarların gelişi ve istilalarının yol açtıklarından bağımsız olarak önemli başka
değişiklikler de olmaktaydı.
Roma’nın “çöküşü”nden söz etmek bir anlamda genelde idealize ve sabit terimlerle algılanan Roma uygarlığına ne olduğunu dar
bir tarih görüşüyle görmeye çalışmak demektir.
Roma uygarlığı dinamik ve sürekli değişim içinde olan bir uygarlıktı. Antik çağların sonlarında Roma’nın “çöküşü” ile
ilişkilendirilen olaylar aslında imparatorluğun hem içinde hem sınırlarının ötesinde gerçekleşen değişikliklerin bir
karışımını temsil etmektedir.
(69)