Kaynak : EZOTERİK – BATINİ DOKTRİNLER TARİHİ
Cihangir Gener
III. BÖLÜM
ATLANTİS VE OSİRİS
Mu uygarlığı gibi, insanlık tarihi üzerinde etkili olmuş bir diğer batık kıta uygarlığı da, Atlantis uygarlığıdır. Atlantik
okyanusun üzerinde olduğu iddia edilen ve varlığı, James Churchward’dan binlerce yıl önce Mısırlı rahipler tarafından,
Yunanlı filozof Eflatun aracılığıyla insanlığa duyurulan Atlantis, kuşkusuz uygarlığın ilk beşiği değildi. Atlantis, Mu
uygarlığının bir kolonisiydi ve zaman içinde bağımsızlığını kazanarak, bir imparatorluğa dönüştü. Peki, Mısırlı rahipler,
durup dururken Eflatun’a bu sırrı niye verdi? Çünkü Eflatun da Mısır’da inisiye edilmişti ve kardeşleriydi (1).
Churchward Atlantis’in, Amerika ile Afrika arasında yer aldığını söylüyor. Diğer bazı araştırmacılar, bu batık kıtayı başka
yerlerde arıyorlarsa da, kıtanın battığı okyanusun aynı adı taşıması, Atlantis’in Atlantik okyanusu üzerinde olduğu
savlarını güçlendiriyor.
Eflatun Atlantis’i, Solon ve Kritias’ın ağızından anlatmıştır. Bu iki filozof arasındaki konuşmaya göre, Firavun Amosis
döneminde (M.Ö. 570-525) Sais şehrini ziyaret eden Solon burada bir üstad rahip tarafından Atlantis hakkında
bilgilendirilmiştir. Bu rahip Solon’a, eskiden Cebelitarık boğazı ötesinde çok büyük bir kıta olduğunu, Mısır’dan hareket
eden bir kişinin denize ulaştığında, adadan adaya geçerek okyanusu aştığını ve karşı kıyıdaki bir diğer kıtaya
ulaşabildiğini söylemiştir. Rahibin ifadesine göre bu kıta 9 bin yıl önce, (günümüzden 12 bin yıl önce) büyük bir tufan ve
deprem neticesinde sulara gömülmüş ve kolonisi olan Mısır ile ilişkisi kesildiği için Mısır uygarlığı gerilemiştir (2).
Mısır’da 10 yıl kadar kalan Solon’un, yönetici rahiplerle yakın temasına rağmen onların kardeşlik örgütüne inisiye edilip
edilmediği hakkında bilgi yoktur. Öte yandan, bir diğer Yunanlı, tarihçi Heredot da Mısır’ı ziyareti sırasında yine
rahiplerle konuşmuş ve bu rahipler kendisine örgütlerinin 11 bin yıldan bu yana varlığını sürdürdüğünü söylemişlerdir.
İngiliz araştırmacı Churchward, Naacal tabletlerinde Atlantis’e önemli bir yer verildiğini ve önceleri Mu’nun kolonisi
olarak uygarlaşan Atlant’lıların zaman içinde bağımsızlıklarını kazanarak kendi imparatorluklarını kurduklarını belirtiyor.
Tabletler, Mu kolonisi Atlantis’de Mu Kozmik Dinini öğreten okulların bulunduğunu ancak bağımsızlık sonrası ana dinden
uzaklaşıldığını ifade ediyor. Naacal tabletlerine göre Atlantlı rahipler, kendi güçlerini artırmak için ana dini
yozlaştırmayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır.
Atlantis’de dini yozlaştırma, Osiris’in ortaya çıkışına kadar sürdü. Naacal tabletlerinden ikisi, günümüzden 22 bin yıl önce
Atlantis’de doğan bu büyük insana ayrılmıştır (3). Tabletlere göre Osiris genç yaşında, doğduğu yeri terk ederek Mu’ya gitti
ve burada “Bilgelik Okulları”ndan birisine girdi. Mu kıtasında Naacaller arasında “üstad rahip ve kutsal kardeş” unvanını
alana kadar kalan Osiris, dini bir reform başlatma göreviyle ülkesine geri döndü. Yozlaşmış Atlantis dinine ve rahipler
sınıfına karşı savaş açan Osiris, güçlü kişiliği ile halkı da yanına aldı ve yozlaşmış rahipleri, itibarını yitiren
mabelerden temizledi. Ölene kadar ülkesinin ruhani lideri olan Osiris, kendisine teklif edilen imparatorluk unvanını
reddetti. Öldükten sonra takipçileri ve rahip kardeşleri onun anısına, yaydığı dine “Osiris Dini” adını verdiler.
Osiris adı, Mısır tanrıları arasında geçmektedir. Bu adın Mısır’a Hermes (Toth) tarafından getirildiği ancak zaman
içerisinde bu saf dinin yozlaşması ile Osiris’in de ilkel tanrılardan birisi haline dönüştüğü sanılmaktadır. Mısır tanrıları
panteonunda adı daima Osiris ile birlikte geçen İsis, aynı tanrının dişil ifadesi, her ikisinin oğulları olan Horus da
kutsal kelamın ifadesidir. Hermes de, Osiris ve İsis gibi, bir süre geçtikten sonra tanrılaştırılmıştır.
– Maya, Uygur Kolonileri –
Mu uygarlığının Atlantis dışındaki en önemli kolonileri Maya ve Uygur kolonileridir (4). Bunlardan, Amerika kıtasındaki Maya
kolonisi, Mu ve Atlantis’in varlıkları hakkındaki pekçok bulgunun kaynağını teşkil etmesi açısından önemlidir. Mu’nun ilk
kolonilerinden birisi olduğu sanılan Mayalar’ın ve onların devamı niteliğinde olan Aztek ve İnka’ların imparatorlarına
“Güneşin Oğlu” demeleri, tapınmalarının birer güneş kültü olması tesadüf değildir. Ayrıca, Mısır ve Maya piramitlerinin
benzerliği, her iki ülkede bunların törenler için kullanılması ve yeniden doğuş inancının yozlaşmış bir biçimi olan
mumyalama işleminin aynılığı, bu iki uygarlığın aynı kökten geldiklerinin ispatıdır.
Yucatan’da bulunan ve bir adı da “kutsal sırlar mabedi” olan Uxmal mabedi, burasının, tıpkı Mısır’daki benzerleri gibi
inisiasyon törenleri için kullanıldığını göstermektedir. Mabedin içinde, adayların sınandığı ateş odasının bulunması,
tufandan sonra yapılan bu mabedin, Mu dini uygulamalarının ilkel bir devamının gerçekleştirildiği mekan olduğunu ortaya
koymaktadır.
Churchward’ın araştırmalarına göre Maya rahiplik örgütüne inisiye töreni yedi aşamalıdır. Kutsal sırların inisiye adayları
birinci aşamada, birisi çamur, diğeri kandan oluşan iki ırmağı geçmek zorunda kalmakta ve ancak büyük tehlikelerle dolu bu
ırmakları geçmeleri halinde kendilerini bekleyen rehber rahiplere ulaşabilmekteydiler. Adaylar bu noktadan itibaren
rehberlerinin yardımı ile kırmızı, yeşil, siyah ve beyaz olan dört değişik yolda yolculuk etmekte ve kendilerini bekleyen 12
üstad rahipten oluşan konsey önüne gelmekteydiler. Burada adaylara oturmaları söylenirdi. Ancak yanılıp da oturan aday,
oturduğuna hemen pişman olurdu. Çünkü oturduğu taş daha önce ateşte iyice ısıtılmıştı. Aday ayrıca, konseye gereken saygıyı
göstermediği gerekçesiyle törenden atılırdı.
Oturmayı reddedenler ise karanlık bir eve götürülürlerdi. Işığın hiç girmediği bu evde adaylar bir gece boyunca kalırdı.
Adaylar burada, kendilerine daha önce verilmiş olan meşaleyi, diğer bir deyişle kutsal nurun kaynağını sabaha kadar
söndürmeden muhafaza etmek zorundaydılar. Meşaleyi söndürenler törenden çıkarılırdı.
Bir sonraki sınavda adaya çok değerli bir bitki verilir ve bu nadide bitkiyi mızraklı savaşçılardan koruması istenirdi.
Dördüncü aşamada aday, buz evi denilen çok soğuk bir ortamda bir gece kalmak zorundaydı. Bir sonraki aşamada vahşi
hayvanlarla karşı karşıya kalan adaylar, buradan sağ kurtulurlarsa, ateş evi denilen fırın sıcaklığındaki bir ortamda bir
gece daha geçirmek zorundalardı.
Tüm bu sınavları geçebilenler, son olarak yarasa tanrısının evinde gecelerlerdi. Çeşitli öldürücü silahlara dolu olan bu
evde adaylar sürekli tetikte durmazlarsa, bu silahlardan birisi tarafından kafaları uçurulabilirdi.
Mu’nun en büyük kolonisi ve Churchward’ın deyimi ile, “Mu’dan sonraki, insanoğlunun en büyük uygarlığı”, Uygur
İmparatorluğuydu. Uygur imparatorluğu hemen hemen tüm Asya’yı ve Avrupa’yı kaplıyordu. Doğuda Pasifik’ten batı’da Atlantik
okyanusuna kadar uzanıyordu ve güneyde İran, Mezopotamya ve Hindistan’ı içeriyordu. Churchward, tüm Ari ırklarının
köklerinin Uygurlara dayandığını iddia ederken, Fransız araştırmacı ve yazar Edouard Schure de, günümüzden 5 bin yıl önce
Avrupa kıtasının kadim İskit ülkesi olduğunu yazıyor (5).
Bu kadar geniş bir alana yayılmış olmasına karşın Uygur İmparatorluğu’nun merkezi Orta Asya düzlükleri idi. Tüm doğu
efsaneleri büyük tufan felaketinden önce Orta Asya’nın bugün çöller ve bozkırlarla kaplı alanlarının son derece bereketli
topraklar ve ormanlar ile örtülü olduğunu iddia etmektedirler. O günlerde güçlü bir imparatorluğa merkez olabilecek
nitelikte bulunan bu topraklar, büyük tufan ile denizden gelen dev dalgaların altında kalmış ve çölleşmiştir. Gobi çölünün
hemen altında bol miktarda tatlı su kaynağının var olması, bir zamanlar buraların ne denli bereketli topraklar olduğunun bir
işaretidir.
Churchward, Uygurlar’ın beyaz tenli, renkli gözlü ve sarı veya siyah saçlı olduklarını yazıyor. Naacal arşivlerine göre
Uygur kolonisi, 70 bin yıl önce Mu’luların kurdukları ilk kolonidir. Tabletler, Mu Dininin Uygurlar’ın tüm ülkesinde hakim
olduğunu ve bağımsız bir imparatorluğa dönüşmesinden sonra da Naacal kardeşlik örgütü rahiplerinin, yönetici sınıf olarak
varlıklarını sürdürdüklerini belirtmekte.
İngiliz araştırmacı, Mu ve Atlantis’i batıran tufan sırasında Uygur ülkesinin büyük bölümünün sular altında kaldığını ve
imparatorluğun da son bulduğunu yazıyor. Churchward, tufandan ancak Tibet yaylalarında yaşayan Naacal kardeşleri ile, her
iki okyanusa da oldukça uzakta bulunan ve bu nedenle su baskınım en az zararla atlatan Babil kardeşlerinin
kurtulabildiklerini belirtiyor. Bu örgütlerden Tibet’te bulunanında bilgilerin daha saf bir biçimde günümüze ulaşması, Tibet
Naacalleri’nin, suların çekilmesinden sonra Uygur arşivlerini ele geçirmeleri ve saklamaları ile mümkün olmuştur. Rahip
Rishi’nin Churchward’a gösterdiği tabletler de bu arşivlerin bir bölümüdür. Öte yandan, Babil kardeşliği, her ne kadar
orijinal öğretiyi bir ölçüde yozlaştırmışsa da, Mısır “Hermes” kardeşliği ile birlikte Ezoterik öğretinin tüm dünyaya
yeniden yayılmasında ve günümüz uygarlığım etkilemesinde büyük rol oynamıştır.
Uygur uygarlığının günümüze bir diğer etkisi, Zerdüştlük, Brahmanizm ve Budizm’in ana kaynağı olan Rama öğretisi ile oldu
(6). Tufandan sonra, Uygurlar’ın bir kolu olan İskitler merkezden koptular ve Avrupa’da giderek yozlaşan bir devlet
kurdular. Bu devlette de yönetici sınıf, rahiplerdi. Ancak, “Druidler” adı verilen bu rahipler ana dinden o denli
uzaklaştılar ki, işi, kadim uygarlıklarda en değerli şey olan insan hayatını Tanrıya kurban etmeye kadar götürdüler. Aynı
türde yozlaşmalar Mezopotamya ve Orta Amerika devletlerinde de ortaya çıktı.
İşte bu aşamada, günümüzden 5 bin yıl kadar önce, belki de o güne kadar varlığını sürdürebilmiş bir Naacal okulunun
öğrencisi olan Rama ortaya çıktı. Adının dahi, Mu imparatorları Ra Mu’dan geldiği sanılan Rama, tek Tanrılı dinin yeniden
egemen olması için Druidler ile savaşa başladı. Ancak bunda başarılı olamadı ve yandaşları ile birlikte doğuya göç etmeye
zorlandı. Edouard Schure, İran ve Afganistan’a göç eden Rama ve yandaşlarının, burada İskitlerin diğer boyları ve sarı ırkla
karışmış haldeki Turanlılar ile birleştiğini ve büyük bir güç haline gelerek, birlikte Hindistan’ı işgal ettiklerini
belirtiyor. Ancak, Rama öldükten sonra, zaman yine etkisini gösterdi ve ortaya, tek Tanrılı dinin yozlaşmış versiyonları
olan Zerdüştlük, Brahmanizm, Budizm ve Şamanizm çıktı.
Kaynakça
1- SCHURE, Edouard – Büyük İnisiyeler – RM Yayınları – İstabul 1989 – Sf. 541
2- Bilim Araştırma Grubu – “MU. ülke Tarih Öncesi Evrensel Uygarlık” -Bilim Araştırma Merkezi Yayınları – İstanbul 1978 –
Sf. 58
3- SANTESSON Hans Stephan – “Batık Ülke Mu Uygarlığı” – RM Yayınları -İstanbul 1989 – Sf. 93
4- Santesson H.S. – İe – Sf. 95
5- Schure E. – İe – Sf. 53
6-Schure E. – İe – Sf. 78
(89)