Menü

Nükleer Enerji

30 Ocak 2017 - Bilimsel Konular

NÜKLEER ENERJİ KONUSUNDA BİLİNMEYENLER, YANLIŞ BİLİNENLER VE DOÐRULAR

Dr.Reşat UZMEN
Nükleer Yakıt Çevrimi uzmanı

Meslek hayatının çok büyük kısmı nükleer teknoloji içinde geçmiş ve ayrıca çevre
konularına da oldukça vakıf bir kimse olarak uzun yıllar gerek yurt içinde,
gerekse yurt dışında çok değişik ortamlarda nükleer enerjiye ilişkin konularda
insanları dinlemiş, onlarla tartışmış ve açıklamalarda bulunmuş olmanın bana
kazandırdığı tecrübe ve gözlemleri kaleme almak istedim.

1. Neden dünyada birçok ülkede Nükleer Güç Santralları (NGS) kurulmuş? NGS’lerin
varlığı bir hatâ mıdır?

Bugünkü duruma bakıldığında dünyada 30 ülkede irili ufaklı (elektrik üretimine
mahsus sivil amaçlı) 440 NGS’nin kurulu ve çalışır vaziyette olduğu
görülmektedir. Gene onlarca ülkede (Türkiye dahil) yüzlerce araştırma reaktörü
de yer almaktadır. Öncelikle NGS’lerin kuruluş amaçlarına bakılınca en önde
gelen sebebin “elektrik üretmek” olduğu bellidir. Elektrik üretmenin yanı sıra
yüksek ve hassas teknolojiye sahip olmak NGS’lerin tercih edilmesinde önemli bir
husus olmuştur ve olmaktadır. Sâdece bu sebebe bakılsa bile NGS’lerin
kurulmasının ekonomik bir faaliyet olduğu, hâlen NGS kurmak istemeyen ülkelerin
bu kararlarında ekonomik tercihlerin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Kimsenin söz
konusu ülkelere NGS kurmayı zorla dayatmadığı da dikkate alındığında, bu kadar
ülkenin zaman içinde NGS kurmakla hatâ yapmış olacağını da düşünmenin mantık
dışı olduğu anlaşılır.

2. O hâlde neden Türkiye’de ve çeşitli ülkelerde nükleer karşıtı etkinlikler
oluşmakta, insanlar NGS istememektedirler? Bu kadar nükleer karşıtı insan haksız
mıdır veya yanlış mı düşünüyordur?

Nükleer karşıtı hareketleri öncelikle iyi bir şekilde analiz etmek gerekir.
Birinci tespit, nükleer karşıtlığının önce dünyada NGS’ye sahip ülkelerde
görülmeye başlamasıdır. Özellikle soğuk savaş ve sonrası yıllarda entelektüel
çevrelerde felsefî ve siyasî akımların da etkisiyle genel olarak ileri
teknolojiye, özel olarak yüksek teknolojinin bir ürünü olan nükleer enerjiye
karşı bir tepki doğmuştur. Tepkinin kaynağında elektrik üreten NGS’ler ile
nükleer silâh yapımının birbirini tamamlayıcı olarak görülmesi yer almaktadır.
İkinci tespit, özellikle kalkınmış ülkelerde toplumların hayatını derinden
etkileyen teknolojik gelişmenin birçok yerde doğal çevrenin tahribi ve insan
sağlının göz ardı edilmesi pahasına gerçekleştirildiğidir. Bu durum, haklı
olarak çevreci hareketlerin gelişmesine yol açmıştır. Hiç kimse son 20 yılda
gelişen çevreci hareketlerin gereksiz ve zararlı olduğunu iddia edemez. Nitekim,
insanlık bu duyarlılığa gözlerini kapamamış, Birleşmiş Milletler bünyesinde
teşkilâtların (Birleşmiş Milletler Çevre Programı – UNEP) oluşturulmasında
olduğu kadar, ulusal düzeyde “çevre bakanlıklarının” kurulması, “çevre etki
değerlendirmenin” zorunlu hâle getirilmesi gibi pek çok faydalı teşebbüs hayata
geçirilmiştir. Bu arada, birçok yararlı girişimde görüldüğü gibi çevreci hareket
içinde de işi aşırıya götüren, çevre uğruna her türlü teknolojiyi reddeden
hareketler de ortaya çıkmıştır. Üçüncü tespit, NGS’leri doğuran nükleer
teknolojinin geniş halk kitlelerinin kolaylıkla anlayamayacağı kadar karmaşık ve
belirli düzeyde bilgi gerektiren bir konu olmasıdır. Meslek hayatım boyunca
kendimin veya meslektaşlarımın yaptığı görüşmelerde karşılarındaki dinleyici
kitlesi ne kadar eğitimli olursa olsun nükleer teknoloji, radyasyon ve
radyasyonun etkileri, doz kavramı gibi konuları anlamakta oldukça zorlandığına
tanık olmuşumdur. Yerleşmiş basit bilgileri söküp atmak kolay olmamaktadır.
Birçok defa, karşımdaki insanlarınların “anlattıklarınıza inanıyorum, ama ben
gene de nükleer santral istemiyorum!” demesine şahit olmuşumdur. Bu durum
Türkiye’de olduğu kadar başka ülkelerde de geçerlidir. Dördüncü tespit,
insanların özellikle NGS’lerin kaza yapacağı ve kaza sonucunda hem kendisini,
hem de soyunu tehdit altına sokacak radyasyona mâruz kalacağı korkusunun büyük
bir rol oynadığıdır. Kanaatimce nükleer karşıtlığının en yaygın sebebi budur.
İnsanlar içgüdüsel olarak beş duyuları ile algılayamadıkları şeylerden
korkarlar. Bir de buna beş duyuyla fark edilemeyen radyasyonun belirli dozları
aşması durumunda kendisini ve insanların soyunu etkileyebilecek olan zararlı
etkilerinin olduğu bilgisini eklerseniz korkunun artması doğaldır. Bir başka
deyişle, nükleer uzmanlar konu
hakkında bilgisi olmayan insanlara “NGS’ler kurulursa daha ucuza elektrik
üretileceği, refahının artacağını” söylerken, nükleer karşıtları aynı insanlara
“NGS kurulur da bir kaza olursa, veya normal çalışırlarken bile çıkan radyasyon
seni ve çocuklarını öldürür, kanser yapar, kısırlaştırır…” derlerse hangisi
daha etkili olur? Psikologlar insanları etkileyen en önemli etmenin öncelikle
“kendi hayatı ve soyunun devamı” olduğunu söylerler. Önce kendi hayatını ve
soyunun devamını garantiye alan insan giderek daha iyi beslenmek, daha iyi
giyinmek, barınmak, refah, zenginlik lüks ister. Türkiye’de cumhuriyetin
kuruluşundan beri yayınlanan ve ciddî haber yaptığı söylenen bir gazetede yıllar
önce Akkuyu NGS’ne karşı çıkan bir haber içinde yamru yumru (bugün hormonlu
tâbir edilen) domates fotoğrafı konmuş ve altına “NGS kurulursa çocuklarınız
işte böyle doğar!” diye yazılabilmiştir. Beşinci tespit, başka ülkelerde de
görülen ama özellikle Türkiye’de bazı kişilerin “nükleer karşıtlığını” bir
kariyer edinme, siyasî görüşlerini yansıtma, şöhret olma, çevre edinme,
psikolojik tatmin hâline çevirmiş olmasıdır. Bu tür kişilerle tartışmanın,
özellikle tarafsız dinleyici kitlesi önünde münakaşa veya münazaraya girmenin
hiçbir faydası olmadığını gerek şahsım, gerekse bazı meslektaşlarım kesinlikle
fark etmişizdir. Altıncı tespit, bilhassa Türkiye’de yaygın olan kamu
kurumlarına olan genel güvensizliktir. Büyük bir çoğunlukla kamu kuruluşlarından
doğru bilgiler verilmesine rağmen, kimi zaman bilgi vermekte gecikilmesi, kimi
zaman da bazı yöneticilerin ihmâlci davranışları yüzünden ve bazı medya organlarının da körüklemesiyle halkın hâfızasında
verilen bilgilere karşı bir tereddüt oluşmuştur.

Bu arada nükleer enerjinin de kendine özgü sorunları vardır. Unutulmaması
gereken husus, nükleer teknolojinin en yüksek düzeyde bilimsel veri, kalite
kontrolu ve güvencesi kullanmasıdır. Dolayısıyla bu sorunlar üzerine
soğukkanlılıkla ve bilimsel veriler ışığı altında gidildiğinde çözümler de
kolaylaşmaktadır. Nükleer teknoloji ve NGS’lerden bilmemezlikten kaynaklanan ve
iyi niyetli endişe duyanlar için aşağıdaki açıklamalar tatmin edici olacaktır.

3. “Son yıllarda artık NGS inşa edilmiyor, dünya elektrik üretimindeki payı hep
aynı kalıyor” iddiaları doğru mudur?

Hâlen dünyada çalışır durumda 440 kadar NGS olduğunu yukarda belirtmiştik.
Günümüzde dünya elektrik üretiminde nükleerden kaynaklanan elektrik üretiminin
payı % 16’dır ve bu pay son 20 yıldır hep aynıdır. İlk bakışta iddianın bu kısmı
doğru gibi geliyor. Ama 20 yıldır dünya elektrik üretimi önemli ölçüde
artmıştır. Dolayısıyla orantının 20 yıldır aynı
kalabilmesi için NGS’lerden elektrik üretiminin de toplam üretim kadar artmış
olması gerekir. Nitekim gerçek de budur.

Dünyada kurulu NGS’lerin yarısından fazlası gelişmiş ülkelerde bulunmakta ancak
% 10’dan azı gelişmekte olan ülkelerde yer almaktadır. Oysa 21.yy’da elektrik
tüketim talebinde en fazla artış da gelişmekte olan ülkelerde olacaktır.
Nükleerden elektrik üretimi Almanya’da % 30, Japonya’da % 35 dolayında
seyrederken, bu oran Brezilya, Hindistan ve Çin’de sırasıyla % 4, % 3,7 ve %
1,4’tür. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde yeni NGS’lerin kurulmasının gelişmekte
olan ülkelerde yoğunlaşması beklenmektedir ki, gerçek de bunu göstermektedir.
Hâlen inşa edilmekte olan 31 NGS’nin 18’i Hindistan, Japonya, Güney Kore ve
Çin’dedir (Tayvan dahil). Elektrik üretimine geçecek olan 29 NGS’nin 20’si de
Uzak Doğu ve Güney Asya’da yer almaktadır. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yeni
NGS imâli adetâ dondurulmuş durumdadır.

Ancak, söz konusu bölgede mevcut NGS’lerin güvenli çalışma sistemlerinde yapılan
iyileştirmeler sâyesinde prodüktivitede (üretme verimliliği) önemli artışlar
sağlanmıştır. Söz gelişi, 1990 yılında NGS’ler ortalama olarak çalışma
sürelerinin % 71’inde elektrik üretirken 2002 yılında bu değer % 84’e çıkmıştır.
Bunun anlamı şudur: prodüktivitedeki (üretme verimi) artış, son 12
yılda, oldukça düşük maliyetle, her biri 1000 MWe’lik 34 yeni NGS’nin
kurulmasına eşdeğerdir. Bu durumda neden daha yüksek maliyetle yeniden NGS
kurulsun ki? Ne yazık ki bu husus kamuoyuna iyi anlatılamamıştır, ama gelişmiş
ülkelerdeki yatırımcılar ve NGS işleticileri hesaplarını iyi yapmışlar ve bu
yolu tercih etmişlerdir. Demek ki, gelişmiş ülkelerde yeni NGS kurulmamasının
sebebi daha ucuz maliyetle daha çok nükleer enerji üretmeden kaynaklanmakta,
yani bir ekonomik sebebe dayanmaktadır. Tamamen kapatılan NGS’ler ise ekonomik
ömrünü doldurmuş olanlardır. Bunun yerine yapılan iyileştirmeler ile NGS’leri
ömürleri 30 yıldan 40-45 yıla kadar uzatılmaktadır. Bir yanlış bilinenin doğrusu
da bu şekilde açıklığa kavuşmuş olmaktadır.

4. Çernobil kazası meselesi. Çernobil’ler kaçınılmaz bir kader midir?

Çernobil kazasının insanlarda çok ciddî bir psikolojik travma yarattığı bir
gerçektir. İnsanların hâfızasında yer eden, onları kendileri ve soyları için
endişeye sevk eden bu ciddî kazanın dünyanın birçok yerinde kamuoyunu,
dolayısıyla karar verici konumundaki hükûmetleri etkileyerek NGS yapımını
engellediği de bir gerçektir. Ancak kamuoyuna Çernobil kazası konusunda doğru
bilgileri zamanında veren ülkeler halkı saran anlamsız korkuyu kısa sürede
bertaraf etmeyi başarmışlardır. Bunun en açık örneği Finlandiya’dır. En az
Türkiye kadar Çernobil kazasından etkilenmiş olan Finlandiya’da kamuoyu, mevcut
4 NGS’ye ilâveten beşinci NGS’nin inşa edilmesine hiçbir itirazda bulunmamış,
dahası nükleer atıklar için nihaî gömü yeri açılması için de yeşil ışık
yakmıştır. Çünkü halk Çernobil’deki kazanın kendi ülkesindeki reaktörlerde
tekrarlanamayacağını, Çernobil’deki reaktörün (RBMK tip reaktör) benzerinin
dünyada eski-SSCB dışında hiçbir yerde bulunmadığına ve yenisinin de inşa
edilmediğini gayet iyi öğrenmiştir. RBMK tipi reaktörlerden hâlen 15 tanesi
Rusya Federasyonu’nda, 2 tanesi de Litvanya’da çalışır durumdadır (Litvanya’daki
2 RBMK 2005 ve 2009 yıllarında kapatılacaktır). 1986 yılından (yani Çernobil
kazasından) sonra gerçekleştirilen nükleer güvenlik iyileştirmeleri sâyesinde
mevcut RBMK’ların hiçbiri Çernobil gibi bir tehdit oluşturmamaktadır. Üstelik
Çernobil’deki reaktör kurulacak reaktörler için hiçbir zaman bir model de
olmamıştır.

Dolayısıyla “Çernobil bir kader değildir” diyoruz. Burada ifade ettiklerim
nükleer güvenlik uzmanlarının yıllardır süre gelen çalışmalarının sonucuna göre
ortaya konan bilimsel verilere dayanmaktadır. Bu söylenenlere güvenenler
kazanmakta, ülkelerinin refahı için önündeki psikolojik engelleri kaldırmakta,
güvenmeyenler ise yoksulluğa ve geriliğe razı olmak durumundadır.
Unutulmamalıdır ki, güvensizliğin sınırı yoktur. Ama güvenmenin sınırı uzmanın
bilgi ve tecrübesi ile sınırlıdır, ve kişi güvenini bu kıstaslar içinde kontrol
edebilir.

Peki, nükleer güvenlik uzmanlarına rağmen neden Çernobil kazası meydana
gelmiştir? Nükleer güvenlik uzmanları bir reaktörün işletilmesi için ortaya
kurallar koyarlar. Reaktör işleticisi (operatör) bu kurallara kesinlikle uymak
zorundadır. Çernobil kazasının olduğu dönemde o zamanki SSCB’de mevcut rejim
içinde reaktör işletmesinin dışından bir kişi gelerek, operatörün bütün
itirazlarına rağmen reaktör çalışırken bir deney yapmak istemiş ve bunu rejim
içindeki konumunu kullanarak zorla kabul ettirmiştir. Yani benzetme uygun
gelirse, olay tıpkı kaçırılan bir uçakta kaçıran korsanın pilota rağmen uçağı
kendi kontroluna alarak bir yere düşürmesine benzemektedir. Kısacası Çernobil
olayı, bazı nükleer karşıtlarının telkin etmeye ve halkı korkutmaya çalıştıkları
gibi “reaktörün NORMAL çalışması sırasında meydana gelmiş DEÐİLDİR”.

Şu an yapılan NGS’lerde her türlü insan hatâsını sıfıra indirgeyecek
“kendiliğinden güvenli” sistemler yerleştirilmiştir.

Şimdi soruyorum: bu bilgiler ışığında Çernobil kazası kaçınılmaz bir kaderdir
denebilir mi?

5. Nükleer enerji üretiminde ortaya çıkan atıklar baş edilmez bir problem midir?

Nükleer karşıtı çevreler genellikle nükleer enerji üretimi sırasında çıkan
radyoaktif atıkları “korkunç, insanlığın başına belâ bir problem” olarak görür
ve takdim ederler. Gerçekten durum böyle midir? Birincisi, nükleer enerji
üretiminden, yani NGS’lerin faaliyetinden kaynaklanan nükleer atıklar tamamen
kontrol altına alınmış atıklardır. Hiçbir sanayi faaliyetinde bu kadar denetim
altına alınan ve çevreye zarar vermeyecek hâle getirilen atık yoktur. İkincisi,
kontrol altına alınan bu atıklar miktarca azdır: Dünyadaki bütün NGS’lerden bir
yılda çıkan nükleer atıkların miktarı sâdece 12 000 ton’dur. Oysa her yıl fosil
yakıtlı santrallardan atmosfere 25 milyar ton karbon atığı, hem de kontrolsuz
olarak salınmaktadır. Bütün NGS’lerden kaynaklanan bu 12 000 ton nükleer atık,
bir futbol sahası büyüklüğünde ve 1,5 metre yüksekliğinde bir hangar içine çok
rahatlıkla ve çevreye hiçbir zarar vermeyecek şekilde depolanabilir. İkincisi,
işlenmiş yakıtlardan kaynaklanan nükleer atıkların tamamen cam veya seramik
malzeme içine hapsolunarak sızdırmazlığı kesinlikle sağlanmış yer altı
depolarında muhafaza edilmesine ilişkin teknoloji hazırdır, hiçbir problemi de
yoktur. Problem tamamen psikolojiktir. Nitekim, bu psikolojik problemi aşan
Finlandiya gibi ülkeler nükleer atıkların yer altındaki mağaralara nihaî
depolanması hususunda yerel halkın kesin desteğini alarak gerekli hazırlıklara
başlamışlardır. Bu arada, yukarda sözü edilen nükleer atık miktarını daha da
azaltmak üzere “Hızlandırıcı sürümlü sistemler”de nükleer atıkların
dönüştürülmesine ilişkin araş tırmalara da bütün hızıyla devam etmektedir. Son
olarak, nükleer atıkların teknolojik olarak herhangi bir problemi olmadığını,
problemin psikolojik korkuları aşıp aşmamakta düğümlendiğini ifade edebiliriz.

6. Nükleer enerji üretimi çevre dostu bir faaliyettir.

En ilkel insan faaliyeti (ateş yakmak, avlanmak, tarım, vs.) bile çevreye az
veya çok zarar verir. Teknolojinin bu kadar ilerlediği günümüzde bütün sınaî ve
tarımsal faaliyetler göz önüne alındığında çevreye ne kadar ciddî etkiler
olduğunu iyi kötü hemen herkes bilmektedir. Bugün insanlığın önündeki en ciddî
çevre problemlerinden biri atmosferdeki “sera gazları” (karbon dioksit, metan,
vd.) miktarının giderek artması ve bunun sonucunda “küresel iklim
değişikliğinin” başlamasıdır. Sera gazları salımındaki en büyük etmen de enerji
üretiminde yer alan fosil yakıtlardır (yani kömür, linyit, petrol ve doğal gaz).
Oysa, NGS’lerden pratikçe hiç karbon dioksit çıkışı olmaz.

Bu arada, çevre etkileşimi bakımından önemli olan, her türlü teknolojik sistemin
gereksinimlerini içeren “ömür çevrimi” kavramından söz etmek isteriz. Herhangi
bir teknolojik sistemin bütün bileşenlerinin daha ilk hammaddelerinin
çıkarılması ve imâl edilmesi, işletim süresi, bakımı ve nihayet devre dışı
bırakılması aşamalarında tüketilen veya dış çevreye bırakılan bütün enerji,
kimyasal madde, vs.lerin hesaplanmasına “ömür çevrimi” denmektedir. Artık bir
sistemin değerlendirilmesi, sâdece çalışma esnasındaki alış verişlerine göre
değil “ömür çevrimi” dikkate alınarak yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir
NGS’nin “ömür çevrimi” sırasında atmosfere saldığı karbon miktarı, ürettiği
kilovat-saat başına 2-6 gram arasında değişmektedir. Aynı miktar karbon, ömür
çevrimi dikkate alındığında, hiç atığı yok denen güneş pillerinden ve rüzgâr
santrallarında da üretilmektedir. Benzer şekilde, 1 milyon kilovat-saat üretim
için nükleerde 6-7 kg bakır, 27-30 kg boksit kullanılırken, güneş pillerinde 210
kg bakır, 240 kg boksit ve rüzgâr santrallarında 47-140 kg bakır, 32-95 kg
boksit kullanılmaktadır.

Eğer bugün 440 NGS kapatılmış olsa ve bunların yerine fosil yakıtlı santrallar
kurulmuş olsa, her yıl atmosfere 600 milyon ton daha fazla karbon atılmış
olacaktı; bu değer ise, Kyoto protokolunun 2010 yılında azaltmayı hedeflediği
karbon miktarının yarısıdır. Bütün bu bilgiler ışığında nükleer enerji çevre
dostudur dememek mümkün müdür?

SON SÖZ

Bu makalede kamuoyunda nükleer enerji ve NGS’ler hakkında yanlış bilinen
hususlara değinerek işin doğrusunu vermeye çalıştık. Aslında daha fazla sayıda
yanlış bilinen veya yanlış öğretilen şeyler de var. Son olarak şunları söylemek
isterim,

* Özellikle teknolojiye ve bilime dayalı konularda hüküm vermeden önce, o konu
hakkında çok iyi bilgilenmek, yani okumak veya uzmanların dediğine kulak vermek
gerekmektedir.

* Bilimsel ve teknolojik konularda “ben şuna tarafım veya değilim” tarzındaki
ifâdeler fevkâlade yanlış ve cahilcedir. Bir konu hakkında bilgi sahibi
olunmaması durumunda uzmanlarına sorulmalı veya ilgili kaynaklardan araştırma
yapılmalıdır. En fazlası alınan açıklamanın tatminkâr olmadığı söylenebilir.

* Nükleer karşıtlığını bir kariyer meselesi, şöhret olma aracı olarak görenlere,
karşıtlığı fanatik bir şekilde savunanlara karşı özellikle dikkatli davranmak
gerekir; çünkü bu tür kişilerden doğru bilgi almak mümkün değildir. O kişilerle
tartışmaya girmek bile bir fayda sağlamaz.

* Bunca ülkenin kullandığı ve kullanmaya devam ettiği nükleer enerji ve
teknolojiye yaklaşımda duygusallık ve korkular değil hesap, ekonomi ve bilim
esas alınmalıdır.

(127)