Napoli Körfezi kıyılarındaki sönmüş Vezüv yanadağının civarında yer alan beş şehirden birisiydi ve Roma İmparatorluğunun
sefahat merkeziydi. Romalı aristokratlar, her türlü ahlaki kaygı ve kayıttan sıyrılmış olarak burada gönül eğlendirir, oluk
gibi para akıtırlardı. Onları eğlendiren fahişeler ve rahipler ise, keselerini doldurmaya bakarlardı. Ama ne kadar devam
edecekti bu çılgınlık?..
Günümüzden yaklaşık 1918 sene önce, imparator Caligula döneminde 23-24 Ağustos 79 yılı Vezüv gürlemeye başladı ve Pompei’nin
üzerine ölüm yağdırdı. Komşu dört şehir de bu felaketten nasiplerini alarak lavlar altında kalarak haritadan silinmişlerdi.
Bugün, kalıntılarından anladığımız kadarıyla felaket günü şehirde normal hayat devam ediyordu. Akşam yaşanacak rezillikler
için hazırlıklar sürdüren insanlar o gün havanın oldukça boğucu olduğunun farkındaydılar. Üstelik çok hafif olan bir yer
sarsıntısını da hissetmişlerdi ama önemsememişlerdi. Saat 13.00 sularında hafif bir kül yağmuru başlar. İnsanlar, el
darbeleriyle silkelenebilecek olan bu külü önemsemezler. Muhtemelen yaşlı Vezüv daha önceleri de böyle ufak tefek faaliyette
bulunmuş olmalı ki halk; “birazdan geçer” düşüncesiyle aldırış etmemiştir.
Ancak kül yağmurunu önce lapilli (küçük taşlar), sonra bir kaç kiloluk sünger taşlarının gelmesi takip edince tehlikenin
büyüklüğü ortaya çıkar. Halk, birden paniğe kapılır, yükte hafif pahada ağır eşyalarını sırtlayarak limana doğru delicesine
kaçışmaya başlarlar. Ne var ki iş işten geçmiştir artık.
Evlerine sığınanlar, yoğun kükürt dumanından boğulmamak için kendilerini dışarı atmakta, bu defa da üzerlerine yağan
taşlarla helak olmaktaydılar. Korkunç felaketten kimse kurtulamamıştır. 48 saat içerisinde 18 km. lik bir alan içerisindeki
Pompei ve diğer şehirler lavlar altında kalmıştı. Bunlardan yalnız Pompei’de 16 bin kişi, nüfusun tahminen %80’i yok
olmuştu. Vezüv öylesine kuvvetli püskürmüştü ki, kül bulutları, felaketi haber verircesine Anadolu, Suriye hatta Mısır’a
kadar uçuşmuştu.
Bu felaketten sonra Pompei unutuldu. Ta 1594 senesine kadar tarihi kayıtlarda ismi geçen ve yeri belli olmayan bir antik
şehir olarak kaldı. Bu senede yapılan sulama kanalı inşaatları sırasında işçiler bazı kalıntılara rastlamışlarsa da ne
olduğu anlaşılamamıştı. Ancak 1748 yılında ciddi bir şekilde kazılar başlatıldı. Dünyanın pek çok yerinden bilim adamları
akın ederek bugünkü görüntüsüne kavuşturuldu.
Lavlar Pompei ve komşu şehirleri öylesine konserve etmişti ki; bugün o insanların günlük yaşayışlarını, yeni kurulmuş bir
film seti gibi görebilmekteyiz. Ocaktan indirilmemiş bir domuz yavrusu, fırından çıkarılamamış ekmekler, sırtlarındaki
mücevher çuvallarıyla sokak kapısını açmaya çalışırken yığılıveren kadınlar ve erkekler, şehir kapısı önünde üstüste
yığılmış cesetler, bir zengin evinde cenaze şölenine katılan ve yerlerinden kalkmaya bile fırsat bulamayanlar, evler, İsis
tapınağı, tiyatro… Hepsi de yaşadıkları son anları dondurulmuş bir şekilde duruyor. Yazıcı dükkanında balmumu tabletler,
kitaplıktaki papirüs tomarları, hamamlarda kaşağılar, meyhane tezgahlarında kadehler ve son müşterilerin bıraktıkları
paralar, ev ve dükkan kapılarında sahiplerinin isimleri, umumi tuvaletlerdeki pislik bulaşıkları bile aynen duruyor.
(18)